Türkiye Kimlere Emanet Turan Kaya Turan Kaya Bu eserin bütün hakları saklıdır. Kısmen veya tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz. turan.kaya@turkiyekimlereemanet.com https://www.turkiyekimlereemanet.com Copyright © 2018 Turan Kaya All rights reserved. ISBN: 978-300-061642-6 This book is available in print at most online retailers. Gumroad Edition, License Notes This ebook is licensed for your personal enjoyment only. This ebook may not be re-sold or given away to other people. If you would like to share this book with another person, please purchase an additional copy for each recipient. If you’re reading this book and did not purchase it, or it was not purchased for your use only, then please return to your favorite ebook retailer and purchase your own copy. Thank you for respecting the hard work of this author. ÖNSÖZ AYNI AĞACIN FARKLI MEYVE VEREN AŞILANMIŞ DALLARIYIZ… Biz Kimiz? Dünya çapında yapılan birçok anket veya istatistik çalışmalarında toplum olarak ya orta ya da son sıralarda yer alırız. Anket konuları ise genellikle insan hakları, demokrasi, ifade hürriyeti ve eğitim kalitesi gibi modern toplum olmanın en temel gereksinimlerini içermektedir. Bu araştırmalarda görüldüğü üzere Türkiye’nin geri kalmışlığı, bazen basit bir olay (örneğin sıradan bir futbol müsabakasının ülkenin tek gündemi haline getirilmesi) veya hamasi çıkışlar ile toplum nezdinde unutturulmaya çalışılmaktadır. “Bir Türk Dünyaya Bedel”, “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur”, “Yenildik ama Ezilmedik” gibi yeri ve zamanı sürekli karıştırılan, zeminden yoksun bilinçsiz çıkışlar bu amaca hizmet etmektedir. Diğer bir zafiyet alanımız ise derinlemesine inceleme ve takip yapamamak, insan hakları konusunda yeterli bilince sahip olmamaktır. Kendimize sürekli layık gördüğümüz “Balık Hafıza” tabiri ile açıklanan bu durum “günlük” yaşamaya alışmanın ve eğitim eksikliğinin sonucudur. Bundan dolayı, ülkede karar verici makamları işgal eden insanların birbirini tutmayan söylem, eylem ve insan haklarına uygun olmayan davranışları maalesef bir sorun olarak görülmemektedir. Türk medyasındaki bazı ulusalcı yazarlar tarafından vurgulanan bu sorun, onları okuyan kesim tarafından bile anlık olarak değerlendirilmekte, iktidarı, muhalefeti ya da bürokrasiyi sorgulayıcı bir hale dönüşmemektedir. Sonuç olarak küreselleşen ve küçücük bir köy haline dönüşen dünyada yaşam kalitesi ve üretim seviyesi düşük “serseri devlet” yolunda ilerleyen bir ülke profili ortaya çıkmaktadır. Peki Bu Hale Nasıl ve Neden Geldik/Getirildik? Kimlikler üzerinden gitmenin tamamen yanlış olacağı düşüncesi ile Başkomutan Mustafa Kemal ATATÜRK’ün tarif etmeye çalıştığı vatandaşlık tanımını düşündüğümüzde ya da TBMM Kürsüsünden yapılan yemin metnine baktığımızda ortak mesaj olarak ülkenin ve milletin tamamını kapsayıcı bir seviyeye erişilmesinin hedeflendiği görülmektedir. Ancak bu seviye hiçbir zaman yakalanamamıştır. Bunun en önemli sebebi kuruluşundan bugüne “Tek Devlet” ya da “Tek Ulus” olma özelliğine ulaşamamaktan kaynaklanmaktadır. Burada anlatılan “Tek”lik faşist bir zihniyet değil, toplumun en azından ülkenin geleceği adına benzer bir ülkü etrafında birleşmesidir. Muasır ülkelere bakarken imrendiğimiz ortak ülkü hedefi maalesef zihnimize yerleşmemiştir. Bu durum Osmanlı mirası olan topraklarımızdaki etnik ve dini çeşitlilik, toplumu oluşturan katmanlar arasında harp şartlarında oluşan olumsuz ilişkiler ve ülke yönetiminde söz sahibi olan insanların vazifelerini yerine getirmemesi gibi birçok temel sorun nedeniyle oluşmuştur. Yukarıda arz ettiğimiz Türkiye’yi yıkıma götüren toplumsal zaafiyetlerimiz ile birlikte değerlendirilmesi gerekli diğer bir faktörde, Türkiye’de “gizli ve derin” olarak adlandırılan ve hiçbir zaman vitrine çıkmayan kripto grupların varlığıdır. Ülke yönetimini elinde tutan bu gruplar tarafından, sorgulamadan yasamak ve nemelazımcılık nesillerin karakteri hale getirilmiş, bu tür eğilimlerin toplumda yerleşmesi bilinçli olarak desteklenmiş ve ülkenin sağlam zemine dayalı demokratik gelişimini engellemiştir. Sonuç olarak ülkü birliği oluşturması beklenen insanimiz, kökleri belirsiz organize kripto kesimlerce sürekli istismar edilmiştir. Neden ve Kim Tarafından Kuşatıldık? Bugün 2002 yılından beri Türkiye’de hâkim unsur olan Siyasal İslamcı AKP zihniyetinin karakterine baktığımızda intikam hissi ile yaşayan insanların varlığına şahit olunmaktadır. Bu intikam duygusunun sebebinin cumhuriyetin ilk yıllarında muhafazakar kesime uygulanan baskının rövanşı olduğu izlenimi verilmektedir. Ancak gerçek hiç de göründüğü gibi değildir. Toplumu kamplara bölen AKP kadrolarının ne İslam dini ne de milli kültür değerlerimizle ilişkisi bulunmamaktadır. Zira AKP kadrolarının büyük bir kesimi Ermeni veya Gürcü Bagratuni asıllı kişilerden oluşmaktadır. Bu kadrolar İrancı Şia eğilimli ve “Mehdi’nin erken gelmesi” düşüncesine odaklı Yahudilerdir. AKP kadrolarını oluşturan kriptolar, her ne kadar kendini gizlemeye çalışsa da yaşamın doğal akışı içerisinde bu gizlilikleri çok yüzeysel kalmaktadır. AKP kadroları kökenleri itibariyle Türk milletiyle akraba olmadığı gibi ayni dini değerleri de paylaşmamaktadır. Bu özelliklerini politik ve kişisel yaşamlarındaki davranışları ile de ispatlamaktadırlar. AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın BOP eş başkanlığını kabul etmesi, Ortadoğu ateşine körükle gitmesi, şehitlere kelle demesi, devletin kurumlarının içini boşaltması, toplumun direnç noktalarını yıpratması, orduyu zayıflatması ve makamını gayri meşru kazançlara açması bunun ispatidir. Peki, bu tehlike hiç mi sezilmedi? Hayır sezildi. Yavuz Sultan Selim, Şiiler ve onları kontrol altında tutan Bagratunilerin farkındaydı. Yavuz’un Trabzon’a sancak beyi olmasına, İran seferine çıkmasına ve Çaldıran Savaşını yapmasına bu açıdan bakılmalıdır. Bagratuniler, Türk fetihlerinden önce kadim Anadolu coğrafyasındaki birçok devleti yıprattığı gibi, Selçukluların ve Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasında önemli rol üstlendiler. Günümüzde de Türkiye Cumhuriyetinin sarsılmasında başat rol oynamaktadırlar. Tarihte kripto Bagratuniler, Cariyelikten Kraliçeliğe, Nazırlıktan İran ajanlığına, Amiralıktan Sarraflığa, din adamlığından bürokratlığa ve Ermeni Komitacılığa kadar birçok alanda etkin rol üstlendiler. Böylece İran, Gürcü ve Ermeni Yahudisi ritüellerine uygun bir yaşam döngüsü Türkiye’nin kılcal damarlarında tesis edildi. Kripto hayatları onların tam olarak ne derece tehlikeli olduğunu görmemizi engelledi. Zorunlu göçler, harp ortamı, ekonomik gelişmeler vb. hususlar Osmanlı coğrafyasındaki nüfus dengesini de Şia/Bagratuni ortaklığına hizmet eder hale getirdi. Göçler ile Kafkasya’dan Anadolu’ya akan Bagratuniler, Anadolu’da var olan soydaşlarıyla beraber Osmanlı İmparatorluğunu kadavra haline getirdiler. Örneğin Doğu Perinçek’in memleketi Eğin, pek çok Bagratuni kökenli ailenin yerleşim alanlarının başında yer aldı. Erzincan’ın pek çok ilçesinden çıkan Bagratuniler, edebiyattan sanata kadar kendi değerlerini Türk milletinin değerleriymiş gibi sundu. Belki de ilk kez duyduğunuz Bagratuniler için bir motto haline gelen “Esaretten Krallığa” söylemi, müşahhas bir şekilde bu bölgeden çıkan insanlar tarafından gerçeğe dönüştürüldü. Bagratunilere diğer bir örnek ise, geçmişte MİT müsteşarı Hakan Fidan’in yardımcılığını yapmış simdi ise büyükelçilik koltuğunda oturan Trabzon Araklı’nın Yüceyurt köyünden İsmail Hakki Musa’dır. Kripto nüfusun yoğun olduğu bölgeden çıkan Musa, Şia/Bagrutuni ittifakının bir ünsiyeti olan “istihbarat” yeteneğine işaret etmektedir. Recep Tayyip Erdoğan’ın akıl hocası M. İhsan Arslan ise dikkat çeken bir başka isimdir. Bagratuni/Şia genetik kodlarını üzerinde en çok barındıran bu isim, hem ticari ilişkileri hem soy ilişkileri ve bombalı eylemleri ile tam bir karakutudur. Ağrı Doğubayazıt Yukarı Tavla’lı Fatma Betül Kaya ise çıktığı coğrafya, akrabalık ilişkileri ve eğitimi gibi tüm hususları ile tam bir Bagratuni örneğidir. Türk Milletine küfürleri medyaya yansıyan Rize Kalkandereli kripto Mehmet Cengiz ise Ali Cengiz oyunu içinde Türk milletinin sömürülmesinde rolünü gayet iyi oynamaktadır. Yine Cumhuriyetin temeli meclisin yıpratılmasında önemli fonksiyonu bulunan İsmail Kahraman, Bagratunilerin yoğun olduğu Rize İkizdere’nin çocuğudur. Türkiye’de adaletin sadece bir isim olarak varlığını devam ettirmesini sağlayan Bekir Bozdağ’ın Yozgat’ın kriptolarıyla meşhur ilçesi Akdağmadeni’nden çıkması tesadüf değildir. Ayni Abdülhamit Gül’ün Bagratuni yerleşkesi Ardanuç Kaptasor’lu olması gibi… Gazeteci kimliği ile tanıdığımız ve Türkiye’deki İslami yapıların uzmanı olduğu iddiasındaki Artvin Hopalı kripto Ruşen Çakır, kendi gayrimüslim köklerini incelemeyi unutmuş görünmektedir. Türkiye Cumhuriyetini İranlaştırmak, kılcal damarlarına sızmak, ticari olarak sömürmek, ahlak ve inanç olarak devşirmek gibi çok temel amaçlarla ülke yönetimini ele geçiren bu yapı; Ahmet Davutoğlu, Ahmet Mesut Yılmaz, Yalçın Topçu, Cemil Çiçek, Mustafa Şentop, Fahri Kasırga, Abdurrahman Bilgiç, İbrahim Karaosmanoğlu, Ahmet Erdem, Rıdvan Güleç, Şebnem Günaydın, Cemalettin Kani Torun, Burhan Kavuncu, Turgay Ciner, Ethem Sancak, Mehmet Nazif Günal, Nihat Özdemir, Naci Koloğlu, Emrullah Turanlı, Mustafa Gündoğan, Ali Rıza Demircan, Ali Kemal Hut, Mehmet Barlas, Kurtuluş Tayız, Markar Eseyan, Halime Kökçe, Salih Tuna, Hadi Özışık, Abdurrahman Simsek, Zekeriya Karaman, Soner Yalçın, Muhammet Hakan Sancaktutan, Ömer Demir, Mikail Arslan, Orhan Öğe, Selami Altınok, Mehmet Akif Yılmaz, Hikmet Ayar, Merve Kavakçı Kan, Abdurrahman Kurt, Mehmet Kaşım Gülpınar, Faruk Ünsal, Orhan Miroğlu, Cuma İçten, Seracettin Karayağız, Adnan Boynukara, Mehmet Görmez, Lutfi Doğan, Süleyman Ateş, Tayyar Altıkulaç, Mehmet Fatih Çıtak, Nurettin Şirin, Salih Mirzabeyoğlu, Mustafa Dokumacı, Hülya Avşar, Defne Samyeli, Tuğçe Kazaz, Semdin Sakık, Sırrı Sakık, Duran Kalkan, Remzi Kartal, Murat Karayılan, Mustafa Karasu, Gülten Kışanak, Aysel Tuğluk, Selahattin Demirtaş, Pervin Buldan, Sabri Ok, Cemil Bayık ve Ahmet Türk ile sahnededir. Hepsi bir ağacın değişik meyve veren aşılanmış dallarıdır. Günlük yaşantılarında birbirleri ile çatışma yaşamaları ve siyasi söylemlerindeki farklılıklar sizleri yanıltmasın. Akrabalık ilişkileri, soy hareketleri ve geldikleri çevre incelendiğinde karşımıza çıkan resim net olarak budur. Asırların verdiği ezilmişlik ve kinle, Türkler ile hesaplaşma hevesindeki Kriptolar “nem” gibidir. Hissedersiniz ancak göremezsiniz. Yüce Önder’in kapsayıcı ifadesi ile Türk Ulusu bu yapılanmaya karşı uyanık olmanın da ötesine geçmeli, sorgulamalı, araştırmalı ve gerçek anlamda ülkenin kılcal damarlarına “sızan” bu zihniyeti rehabilite ederek tüm toplumun çıkarlarına uygun yönlendirmelidir. Çünkü asırlardır içimize sızmış farklı etnik kökenli insanları bir anda bulup çıkarmanın neredeyse imkânsız olmasının yanı sıra, yine bize düşen insana insanca muamele etme düsturunu da gözden kaçırmamalıdır. Aksi halde “makus” talih olarak adlandırdığımız bu süreç neredeyse sonsuza dek sürecek, övünerek adlandırdığımız saf temiz “Anadolu İnsanı” ya da Türk Ulusu hiçbir zaman yönetir, söz sahibi olur konuma gelemeyecektir. Kriptolar ile mücadele farklı etnik kökenler ile bir hesaplaşma değil, aksine Müslüman Türk halkı için bir kendini sorgulama sürecidir. AKP Türkiye’sinde görülen krizler, savaşlar, yozlaşan toplum, yobazlaşan zihinler, en sapık hayat hikâyeleri, kokuşmuşluk gibi aklınıza gelebilecek her türlü olumsuzluk yeri ve zamanı geldiğinde sahneye konmaya devam edecektir. Türkiye’nin kimlerin eline emanet edildiğinin tam olarak anlaşılması bu kitabın yazılmasını zorunlu hale getirmiştir ve tarihsel süreç içinde kriptoların süregelen faaliyetleri net olarak ortaya konmuştur. “Türkiye Kimlere Emanet” de II. Yahudi sürgünü yani Babil Kralı Nabukadnezar’ın Kudüs’ü ele geçirip, Yahudileri esir olarak Babil’e götürmesi anlatılmıştır. Yahudiler, farklı bölgelere sürüldüklerinden bir daha bağımsız devlete sahip olamayacaklarını gördüklerinden, paradigmalarını değiştirmek zorunda kalmışlardır. Yeni paradigmaları, kimliklerini gizleyerek, ama asla kim olduklarını da unutmadan, içinde bulundukları devletleri ele geçirmek olmuştur. Kriptolar, Babil, Pers krallığı ve Sasaniler’de bu yeni yöntemlerini uygulamışlar ve başarılı olmuşlardır. Bagratunilerin İran’daki uzantısı Meşhedi yapı, günümüz İran’ında da etkisini güçlü bir şekilde sürdürmektedir. Kitapta Meşhediler in ortaya çıkış ve tarihsel süreci irdelenmiş ve yayıldıkları coğrafya hakkında bilgi verilmiştir. Ayrıca, Abbasiler ve Fatımiler döneminde bu devletlere nasıl sızdıklarına, orduda ve kültürel hayattaki etkilerine temas edilmiştir. Hepimizin bildiği Binbir Gece Masallarının kripto Yahudiler tarafından yaratıldığına değinilmiş, bu yapının ticaret ve din maskesi altında Anadolu içlerine kadar girdiği, örnekler ile ortaya konulmuştur. Meşhediler in Anadolu’ya yayılma stratejisinde kullandığı metotlardan hedef coğrafyaya nüfus yerleştirme, eğitim faaliyetleri, siyasete sızma, din adamı kisvesi altında casus yetiştirme ve yayın faaliyetleri üzerinde durulmuştur. Bu alanlarda faaliyet gösteren kişiler ve bağlantılarına yer verilmiştir. Çalışmada Osmanlı İmparatorluğunda Ermenilerin oluşturduğu bir sınıf olan Amiralar ile günümüz AKP’li iş adamları arasındaki ilginç benzerlikler ele alınmıştır. Orda bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüzdür, Gezmesek de tozmasak da, o köy bizim köyümüzdür” mısralarına konu edilen Abuceh köyü hakkında da ayrıntılı bilgiler sunulmuştur. Abuceh’in sıradan bir köy olmadığına ve Osmanlıdan Cumhuriyete çok sayıda önemli kişinin bu köyden yetiştiğine yer verilmiştir. Ayrıca, Abuceh’in bu kadar popüler olmasında, köyde bulunan Bagratuni prens ailelerinin önemli rolü olduğu üzerinde durulmuştur. Abuceh’in, Bagratuni prenslerinin yaşadığı bir köy olma özelliği, ilk defa “Türkiye Kimlere Emanet”de yazılmıştır. Ermeni Bagratunilerin İstanbul’da kurdukları Ticaret Mektebine ait belgelere de ilk defa bu kitapta yer verilmektedir. Mektebin Müdürü Agop Pakraduni, okuldaki hocaların listesi ve Venedik’te bulunan Bagratuni Ticaret Mektebi eserimizde yer almaktadır. Bundan başka, son Bagratuni kralı II. Solomon’un Trabzon’daki anıt mezarının tarihsel arka planına değinilmiştir. Ayrıca I. Dünya Savaşı sonrasında gerçekleşen Nemesis Operasyonu ve operasyonu planlayan ekibin Bagratuni kökenlerine temas edilmiştir. Bagratunilerin, Rus Çar ailesi Romanoflar ile olan akrabalıkları da ortaya çıkarılmıştır. Çalışmamızda Hemşinlilerin gizemli kökleri vurgulanmış, bu coğrafyadan çıkmış olan siyasetçi, gazeteci, iş adamı ve bürokratların Bagratuni kökenlerine dikkat çekilmiştir. Buna ilave olarak Gürcü Bagratuni Tayyip Erdoğan ve ekibindeki kripto yapının başkanlık sistemine geçerek Türkiye Cumhuriyeti Devleti rejimini değiştirmeyi, Türk varlığını bu topraklardan yok etmeyi amaçladıkları anlatılmıştır. AKP döneminde yargıda ve bürokrasideki kripto yapılanmaya yer verilmiş ve bu dönemde devletin Türk karakterinin değiştirilmeye çalışıldığı çok sayıda örnekle ortaya konmuştur. Ayrıca havuz medyasının kripto isimlerinden de bahsedilmiştir. “Türkiye Kimlere Emanet” de, Kürtlerin arasına sızmış kripto Bagratuni topluluklar deşifre edilmiştir. PKK’nın yönetici, militan ve siyasi kadrosunun etnik genlerinin Kürtler ile ilgisiz olduğu ispatlanmıştır. Bu bilgi ışığında AKP ile PKK kadrolarının aynı etnik kökenden geldikleri anlaşılmıştır. Sözde çözüm sürecini bu ortaklık üzerinden kurguladıkları ve Türkiye Cumhuriyeti’ni parçalamaya çalıştıkları tespit edilmiştir. Sonuç olarak, Malazgirt Zaferi, bu coğrafyada yaşayan kripto unsurları büyük bir çöküntüye uğratmıştır. Kriptolar, bu mağlubiyetin intikamını almak için uygun zamanı beklemişlerdir. Aradıkları fırsatı AKP iktidarıyla bulan Meşhediler, Gürcü, Ermeni ve Kürt Bagratuniler, bütün güçlerini Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı birleştirmişlerdir. Amaçları, Siyasal İslam ile Kürt Milliyetçiliği maskesi altında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yıkmak ve parçalamaktır. Kriptolar, Türkün alt edilemeyeceğini ve bu vatanın Türklere ait olduğunu Malazgirt Zaferinde olduğu gibi bir kez daha göreceklerdir. 29 Ekim 2018 İstanbul İCİNDEKİLER Önsöz İCİNDEKİLER MEŞHEDİLİĞİN TARİHİ Babil Kralı Nabukadnezar’ın Kudüs Seferleri İkinci Yahudi Sürgünü Sürgün Sonrası Kriptolaşmada Babil Pers Dönemi’nde Yahudiler Pers Kralı Ahaşveroş Dönemi Ester Kraliçe Oluyor Mordekay’ın Entrikası Purim Bayramı Ester’in Oğlu Pers Kralı Kiros Türk-Pers Çatışması: Kiros’un Öldürülmesi İskender Dönemi Sasani Dönemi Kripto Meşhedi: Abdullah... Bizans İmparatorluğu’nda Bagratuniler Emeviler Döneminde Meşhediler Emevilerin Yıkılışında Meşhediler Abbasi Döneminde Meşhediler Meşhediler ve Beytü’l-Hikme Sasanilerin Tekrar Dirilişi: Büveyhiler Abbasilerin Yıkılışında Meşhediler Moğol İstilası Döneminde Yahudiler Kriptoların Yeni Devleti Fatımiler Kraliçe Tamara ve Gürcülerin Altın Çağı Gürcü Kraliçesi Rusudan ve Torun Tamara 19. Yüzyıl İran’ında Kripto Meşhediler Azeri Türk’ü(!) İrene Melikof Yeni Culfalı Melkon Han (Melkoniyan) İran’ın Tarihsel Türk Düşmanlığı Meşhedilerin Anadolu’ya Göçü (1914-1924) Günümüzdeki Meşhedi Bagratuni İşbirliği Meşhedilerin Türkiye’deki Yayıncılık Faaliyetleri OSMANLI DEVLETİ’NDE BAGRATUNİLER Osmanlı Sarayı’nda Nüfuzlu Bir Kadın: Ester Kira Osmanlı Devleti’nde Ermeni Bagratuni Amiralar Bir “Müslüman” Amira: Ohannes Amira Yerganyan Günümüzün Amiraları: AKPli İşadamları Trabzon’daki Son Bagratuni Kralı II. Solomon Osmanlı Devleti’nde Bir Bagratuni Nazır Bagratuni Okulu; Pangaltı Ticaret Mektebi Eğin’in Ermeni Bagratuni Köyü: Abuceh Enver Paşa ve Bagratuni Operasyonu Nemesis Romanoflar Zeytun Ermeni İsyanı Musa Dağı İsyanı Kriptoların Saklı Hayatları Hemşin’in Kripto Bagratunileri Kripto Hemşinliler Kürt Bagratunilere Bir Örnek: Şeddadiler (951-1174) Yahudi Kürtler ya da Kürtleşen Ermeniler Kriptoların Ağrı Dağı İsyanı Kripto Kürtler ve Aşiretler Namıdiğer Anter Hoca Bagratunilerin Son Hamlesi: PKK M. İhsan Arslan’a Bağlı Hücreler Alon Liel’in projesi; Tayyip Tayyip ve Kripto Ekibi Sarayın Güzelleri Yargıdaki Kripto Yapılanma Bürokrasideki Kripto Yapılanma AKP Medyasının Kriptoları Soner Yalçın’ın Gizemli Ailesi Kriptoların Türk Düşmanlığının Nedenleri EK A KAYNAKÇA MEŞHEDİLİĞİN TARİHİ BABİL KRALI NABUKADNEZAR’IN KUDÜS SEFERLERİ Nabopolassar, Asur (1) Kralı Asurbanipal tarafından Babil’e vali olarak atanmıştı. Nabopolassar Babil’e vali olarak atandıktan sonra Asur krallığının zayıflamasını fırsat bilerek bölgede Yeni Babil İmparatorluğunu kurmuştu. Nabopolassar, Babil’i başkent yaparak kendisini de Babil’in Kralı ilan etmişti. Nabopolassar’ın ölümünün ardından oğlu Nabukadnezar tahta geçti. Nabukadnezar babasının kurduğu bu devleti büyük bir imparatorluğa dönüştürmeyi başardı. Kırk üç yıllık hükümdarlığı boyunca çok önemli başarılara imza atan Nabukadnezar, Babil İmparator-luğunun (M.Ö.626-539) en uzun süre tahtta kalan kralıdır. Nabukadnezar yalnız Babil tarihi için değil aynı zamanda Yahudi tarihi için de önemli bir kişiliktir. Nabukadnezar, İsrail’in baş düşmanı ve İsrail tarihi boyunca Yahudi halkına en fazla felaket getiren, Yahudi toplumu üzerinde en fazla kötülük eden şahıs olarak tasvir edilmektedir. (1) M.Ö.2000-M.Ö.612 arasında Mezopotamya merkezli olup Mısır Suriye’yi de içine alan İmparatorluk. Asur imparatorluğu. Olağanüstü yetenekli bir general ve devlet adamı olan Nabukadnezar, aynı zamanda ülkesini imar etme konusunda başarılı biriydi. Nabukadnezar tahta çıkar çıkmaz Yahuda Krallığı’na sefer düzenledi. Bu sefer daha çok bir askeri güç gösterisiydi. Yahuda kralligi Nabukadnezar tarafından işgal edildi. Yahuda kralı olan Yehoyakim, Nabukadnezar’a istemeyerek boyun eğdi ve ona yüklü miktarda haraç ödemek zorunda kaldı. Bunun yanında çok sayıda Yahudi, Babil’e esir olarak götürüldü. Asurlular tarafından yıkılan İsrail Krallığı ve Babil Kralı Nabukadnezar tarafından yıkılan Yahuda (Judah) krallığı. Yahudileri dize getiren Nabukadnezar, Kudüs için Mısır ile hâkimiyet mücadelesine girişti. M.Ö.601 yılında yapılan savaşta Babilliler ağır kayıplar verdiler. Bunun üzerine Yahudi kralı Yehoyakim, ortaya çıkan yeni konjonktürü değerlendirerek Babil’e haraç ödemekten vazgeçti. Savaşın galibi olan Mısır ile işbirliğine girdi. Çünkü Yahudiler ayakta kalabilmek için her zaman güçlünün yanında yer almanın gerekliliğine inanıyorlardı. Fakat süreç Yahudilerin bekledikleri gibi gitmedi. Nabukadnezar, kısa sürede tekrar ordusunu yenileyerek M.Ö.597 yılında Kudüs’ü tekrar kuşattı. Stratejik hata yaparak Mısır’ın geçici üstünlüğüne aldanan Yehoyakim bu hatasını canıyla ödedi. Bu acı yenilginin sonucunda Yehoyakim’in oğlu Yehoyakin, ailesi, önde gelen askeri ve devlet erkânı ile zanaatçılar Babil’e tutsak olarak sürüldüler. İbrani kaynakları bu esirlerin sayısını 10.000 olarak vermektedir. Babil’e götürülen bu grup içinde Tevrat’ta Peygamber olarak anlatılan Hezekiel ile Yahudi kızı Ester’in (2) büyük dedesi Kiş de bulunmaktaydı. (2) Yahudi kızı Ester’in hayatı ileriki sayfalarda ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır. Babil Şehrinin Krokisi. Nabukadnezar Yahudilerden aldığı Kudüs’e el sürmedi. Fakat Süleyman mabedinden ve saray hazinesinden haraç aldı. Babilliler fethettikleri bölgelerdeki yerel idarecileri yönetimde bıraktıkları zaman isimlerini değiştirirlerdi. Bu uygulama otorite ve üstünlüklerini göstermek için yapılıyordu. Geleneğe göre; Yehoyakin’in amcasının adı Zedekya olarak değiştirildi ve Kudüs’te geri kalan Yahudi nüfusu yönetmek için şehirde bırakıldı. İKİNCİ YAHUDİ SÜRGÜNÜ Babilliler Yahudi esirleri Nippur, Erbil, Süleymaniye, Hemedan, Şiraz, Tebriz, Kazvin, Hoşap, Kum, Bahçesaray, Başkale ve Nişapur başta olmak üzere Babil ülkesinin çeşitli bölgelerine yerleştirdiler. Özellikle Babil İmparatorluğunun doğu topraklarına (günümüzdeki İran devletinin bulunduğu bölge) Yahudiler iskân edildi. Yehoyakin ve ailesi de Babil Sarayı’nda gözetim altında tutulmaya başlandı. M.Ö.595 yılında Babil ülkesinde büyük bir ayaklanma çıkmıştı. Bu ayaklanmayı fırsat bilen Nabukadnezar’ın Kudüs’teki Vassal (3) Zedekya, Mısır taraftarı politika izlemeye başladı. Filistin’de Mısır faaliyetleri tekrar canlanmıştı. Bunun üzerine öfkeye kapılan Nabukadnezar, Filistin’e güçlü bir ordu gönderdi. Mısırlılar hemen bölgeden çekildiler. Babilliler, bazı kentleri aldıktan sonra Kudüs’ü tekrar kuşattılar. 18 ay süren kuşatma ile Babilliler, Yahudilerin kendilerine ihanet etmelerine bir son vermeyi amaçlıyorlardı. Kuşatma sonucunda kent açlıktan kırılmıştı. M.Ö.586 yılında Babilliler Kudüs’ün duvarlarını yerle bir ettiler. Zedekya kaçmak zorunda kaldı; fakat Eriha nehri yakınlarında yakalandı ve Nabukadnezar’ın Suriye’deki Asi (Orontes) nehri üzerindeki askeri üssüne getirildi. Burada oğulları gözlerinin önünde idam edildi ve kendisi de kör edilerek, Babil’e götürüldü. Kudüs’teki Süleyman mabedi ve saray yakılarak, Babil karşıtı Yahudi liderler idam edildiler. Kudüs’te geri kalan Yahudiler, bir daha ihanet etmemeleri için Babil ülkesinin çeşitli yerlerine bir kez daha sürgüne gönderildi. (3) Başka bir ülkeye bağlı krallık. M.Ö. Birinci yüzyılda gerçekleşen sürgünler sonucunda Filistin dışındaki Yahudi nüfusu, Filistin’dekinden daha fazla sayıya ulaşmıştı. Dönemin kaynaklarına göre; Filistin’de iki milyon Yahudi ikamet ediyordu. Kafkasya ve İran başta olmak üzere diğer bölgelerde ise bu sayının çok üzerinde Yahudi vardı. Filistin dışındaki Yahudi nüfusun büyük bir kısmı ise Kafkasya’da yaşıyordu. Heredot’a göre; Gürcülerden bir boy olan Kolh’larda ve Kapadokya toplumlarında sünnet geleneği vardı. Bu durum onların Yahudi olmalarından kaynaklanıyordu. Gürcü kabilelerinden olan Svanetler arasında ticareti ellerinde tutan “Lahamuli”ler de Yahudi’ydi. Lahamuliler Yahudi dinini terkedip Ortodoks Hristiyanlığa geçmişlerdi. SÜRGÜN SONRASI KRİPTOLAŞMADA BABİL Sürgün döneminde Yahudiler kültürel anlamda değişikliğe uğradılar. Köle olarak Babil’e getirilen Yahudiler’den bir kısmı toplumda yer edinebilmek ve köle kimliğinden kurtulabilmek amacıyla kriptolaştılar (Gerçek kimliklerini gizleyerek Yahudi inancını yaşamaya devam ettiler). Kripto Yahudilik; bir fikir sistemi, ideoloji ve hakim uluslar içinde yaşam şekli olarak Babil’de sistematikleşti. Bu sistem dünyanın çeşitli yerlerine yayılan Yahudiler için örnek olacaktı. Siyasi ve tarihsel alanda bir dönüm noktası olan bu dönemde Yahudi hayatı iki düşünceden derinden etkilendi. Bunlardan birincisi; yeniden Kudüs’e ve Kudüs Tapınağına kavuşma özlemiydi. İkincisi ise yabancı bir milletin içinde Yahudi kimliğini koruyamama endişesiydi. Kriptolaşmanın ilk adımı Babil isimlerini kullanmaya başlamalarıydı. Gittikleri bölgelerde isim değiştiren Yahudiler, böylece topluma daha kolay entegre oldular. Yahudi kutsal kitapları arasında yer alan Tanah’ta bazı Yahudilere açık bir şekilde Babil isimleri verildiği görülmektedir. Örneğin Daniel’e Belteşassar, Hananya’ya Şadrak, Mişael’e Meşak, Azarya’ya Abed-Nego gibi Babil isimleri koymuşlardır. Böylece Yahudiler, Babil isimleri alarak ve Babil kültürüne uyum sağlayarak, İmparatorlukta yüksek mevkilere geldiler. Bu tecrübeyi Yahudiler, gittikleri her yerde tatbik ettiler ve bulundukları devletin önemli mevkilerinde hızlı bir şekilde yükseldiler. Babil toplumuna entegre olan kripto Yahudiler, tarih boyunca etkili oldukları ticaret sektörünü ele geçirip kısa zamanda ülkenin zengin kesimini teşkil ettiler. Hatta Kudüs’te kalanlara yardım edecek kadar servet sahibi oldular. Kişisel kazançları ve zenginlikleri sayesinde Babil’deki kraliyet sarayında nüfuzlarını arttırdılar. Özellikle hekimlik mesleğini tercih ederek devletin en kritik konumlarına yükseldiler. Saraydaki nüfuzlarını arttırmada ve saraya sızmada bu mesleğin önemli rolü oldu. Zaman içerisinde hekimlik mesleği, kripto Yahudiliğin tekeline geçti. Yahudiler sadece sınai, tarımsal ve ticari alanlarda değil, siyasal ve askeri alanlarda da sivrildiler. Özellikle Mısır ve Babil İmparatorluğu’nda, askeri başarılarıyla tanınmışlardı. Babil İmparatorluğu, Yahudileri sınır muhafızları olarak kullanmak üzere de seçmişti. Yahudi askerlerin oluşturduğu koloniler, Mısır’ın sınırlarını Etiyopyalılara karşı savunmuşlardı. İbraniler, Babil’de sistematikleştirdikleri kripto Yahudiliği, sonraki dönemlerde kurulan devletlerde tatbik ederek başarılı oldular. Birçok devletin yönetici kadrolarına sızarak toplumları manipüle ettiler. Anadolu ve Kafkasya’ya sürgün olarak gelen Yahudiler; Ermeniler, Romalılar ve Gürcüler içerisinde yönetici olan Bagratuni grubunu oluşturdular. İran’a Sürgün edilen Yahudiler Pers toplumu ve yöneticileri içerisine sızarak Meşhedi grubunu meydana getirdiler. İran’da kriptolaşma sürecini devam ettiren Yahudiler, sonraki dönemlerde Cedid el-İslam (Yeni Müslümanlar) adını aldılar. Fergana (Günümüzde Özbekistan sınırları içinde bulunan bir şehir) ve Buhara’daki Yahudiler; Çala, Müslüman Arap toplumu içerisindeki Yahudiler; Müsta’reb (Araplaşmış Yahudiler), İber yarımadasına (İspanya ve Portekiz) yerleşen Yahudiler; Morano, İspanya üzerinden özellikle Osmanlıya gelenler ise zamanla Sabetayist olarak adlandırıldılar. Babil İmparatorluğu Yahudiliği ve Pers Yahudiliği arasında doğrudan ilişkiler bulunmaktadır. Babil İmparatorluğu Yahudilerine bakıldığında, iki gerçek özel önem taşır. İlk olarak Diaspora’nın (4) en geniş Yahudi cemaatini oluşturmuşlardır; ikinci olarak, diğer Yahudiler Hellenik (5) etkilere maruz kaldıkları halde Babil imparatorluğu Yahudileri bu etkilere hemen hemen hiç maruz kalmamışlardır. Babil İmparatorluğu Yahudileri, Roma İmparatorluğu’nun parçası olmayan bir ülkede yaşamışlardır. (4) Çok uzun bir zamandan beri bir kavim ya da ulusun veya inanç mensuplarının ana yurtlarından koparak başka yerlerde azınlık olarak yaşamaları. (5) Hellenik Dönem: Büyük İskender’in Doğu seferinden sonra batı ve doğu kültürlerinin birbirlerini etkilemesiyle oluşan kültür atmosferi. PERS DÖNEMİ’NDE YAHUDİLER Persler eski Elam (6) bölgesine yerleşmiş bir Hint-Avrupa boyudur. Adlarını ilk kalelerinden olan Parsua’dan (Fars) almışlardır. Perslerin tarihi Ahamenişlerden önce başlamakla birlikte, kendi yazdıkları ve kendilerini açıkça Pers olarak tanımladıkları ilk kaynaklar M.Ö. 6. yüzyıla aittir. (6) İran’ın güneybatısında var olmuş, antik bir medeniyet ve bölgenin adıdır. Persler, yayılma döneminde Babil topraklarını kendilerine hedef seçtiler. Perslerin Babil ülkesinin doğu bölgesini işgal etmesi üzerine Yahudilerin büyük bir kısmı Pers tebaası haline geldi. Bu dönemde Yahudiler, Dicle ve Fırat nehirleri arasında bulunan verimli bölgelerde kalabalık topluluklar halinde yaşıyorlardı. Daha sonra, Mezopotamya Pers İmparatorluğu’nun bir eyaleti olduğunda, Yahudiler imparatorluk sınırları içindeki hemen her yere seyahat etme ve yerleşme olanağına kavuştular. Zaman içinde Pers bürokrasisinde etkili olmaya başlayan Yahudiler, devletin idaresinde söz sahibi oldular. Satraplık adı verilen eyaletler de dahil olmak üzere Pers topraklarının tamamında güçlü konuma geldiler. Bu durum Pers kökenli devlet adamlarını rahatsız etti. Nitekim toplumda Yahudi aleyhtarlığı yayılmaya başladı. Yahudilerin zengin ve etkili olmaları Pers kökenlilerin onlara karşı organize hareket etmelerine neden oldu. Zamanla konumlarını yitirme endişesine kapılan Yahudiler, Babil döneminde elde ettikleri tecrübeler doğrultusunda gizli hareket etmeye başladılar. Yahudiler, ataları gibi kripto yapılar oluşturdular. Bu kripto Yahudiler, özellikle Pers sarayında teşkilatlandılar. Pers kökenli devlet adamlarına komplolar kurmaya başladılar. İlk dönemlerde ortaya çıkarılamayan bu yapılar, zamanla devlet adamlarının dikkatini çekti. M.Ö. 5. yüzyıl’a gelindiğinde üst düzey görevliler arasında yer alan Haman, Yahudilerin devlet aleyhine faaliyetlerine karşı harekete geçti. Haman, kripto Yahudilerin Mısır, Asur ve Babil’i ele geçirdikleri gibi Pers devletini de kontrol altına alacaklarını düşünüyordu. Haman’ın harekete geçtiğini gören ve saraya sızmış olan kripto Yahudiler Haman ve ekibine karşı komplo hazırlığına giriştiler. Dönemin Pers kralı Ahaşveroş ise meydana gelen güç mücadelesinden haberdar değildi. M.Ö. 6 yüzyıl Pers İmparatorluğu. PERS KRALI AHAŞVEROŞ DÖNEMİ Ahaşveroş yüz yirmi yedi ilin Kralıydı ve o dönemde ülkeyi başkent Sus’tan yönetiyordu. Krallığının üçüncü yılında bütün önderlerinin ve görevlilerinin onuruna bir şölen verdi. Pers ve Med ordu komutanları, ileri gelenler ile eyalet valileri de oradaydı. Ahaşveroş tam yüz seksen gün süren şenliklerle krallığının zenginliğini, büyüklüğünü ve görkemini gösterdi. Bunun ardından, sarayının avlusunda küçük büyük ayırmadan, Sus Kalesi’nde bulunan bütün halka yedi gün süren bir şölen verdi. Mermer sütunlar üzerindeki gümüş çemberlere mor ve beyaz renkli iplikten yapılmış sicimlerle bağlanmış beyaz ve lacivert kumaşlar asılmıştı. Somaki, mermer, sedef ve pahalı taşlar döşenmiş avluya altın ve gümüş sedirler yerleştirilmişti. Sarayın en iyi şarabı kralın cömertliğine yaraşır biçimde bol bol ve her biri değişik altın kupalar içinde sunuluyordu. Kral saray hizmetkârlarına konukların dileklerini yerine getirmeleri için buyruk vermişti. O sırada Kraliçe Vaşti de Kral Ahaşveroş’un sarayındaki kadınlara bir şölen veriyordu. Yedinci gün, şarabın etkisiyle keyiflenen Kral Ahaşveroş, hizmetindeki yedi haremağasına Kraliçe Vaşti’yi başında tacıyla huzuruna getirmelerini emretti. Kraliçe Vaşti güzeldi. Kral halka ve önderlere onun ne kadar güzel odluğunu göstermek istiyordu. Ama Kraliçe Vaşti haremağalarının kraldan getirdiği buyruğu reddedip gitmedi. Bunun üzerine kral çok kızdı, öfkesinden küplere bindi. Kral yasaları bilen bilge kişilerle görüştü. Çünkü kralın, yasaları ve adaleti bilen kişilere danışması gelenektendi. Bu dönemde kralın önem verdiği bilge kişiler arasında yer alan Karneşa, Şetar, Admata, Tarşiş, Merses, Marsena ve Memukan’la görüştü. Bu yedi isim aynı zamanda o dönemde Pers ve Med İmparatorluğu’nun en üst yöneticileriydi. Kral Ahaşveroş onlara, “Buyruğa uymayan Kraliçe Vaşti’ye yasaya göre ne yapmalı?” diye sordu. Memukan, kralın ve önderlerin önünde şu yanıtı verdi: “Kraliçe Vaşti yalnız krala karşı değil, bütün önderlere ve kralın bütün illerindeki halklara karşı suç işledi. Bütün kadınlar, kraliçenin davranışıyla ilgili haberi duyunca, “Kral Ahaşveroş Kraliçe Vaşti’nin huzuruna getirilmesini buyurdu, ama kraliçe gitmedi” diyerek kocalarını küçümsemeye başlayacaklar. Bugün kraliçenin davranışını öğrenen Pers ve Med’li soylu kadınlar da kralın soylu adamlarına aynı biçimde davranacak. Bu da alabildiğine kadınların küçümsenmesine, erkeklerinde öfkelenmesine yol açacak. Kral uygun görüyorsa ferman çıkarsın, bu ferman Persler’le Medler’in değişmeyen yasalarına eklensin. Buna göre Vaşti bir daha Kral Ahaşveroş’un huzuruna çıkmasın ve kral ondan daha iyi birini kraliçeliğe seçsin. Kralın fermanı büyük krallığının dört bir yanına ulaşınca, ister soylu ister halktan olsun, bütün kadınlar kocalarına saygı gösterecektir”. Bu sözler kralın ve önderlerinin hoşuna gitti. Kral, Memukan’ın önerisine uyarak, krallığın bütün illerine yazılı buyruklar gönderdi. Her erkeğin kendi evinin egemeni olduğunu vurguladı. ESTER KRALİÇE OLUYOR Kralın özel hizmetkârları “Kral için genç, güzel, el değmemiş kızlar aransın” dediler. Ahaşveroş egemen olduğu bütün illere görevliler atadı. Bu görevliler bütün genç kızları toplayıp Sus Kalesi’nde hareme getirdiler. Kralın kızlardan sorumlu harem ağası Hegay’a teslim ettiler. Hegay kızların güzelleşmeleri için ne gerekiyorsa yaptı. Bu sırada Sus Kalesi’nde yaşayan Mordekay adında bir Yahudi vardı. Bu kişi Benyamin Oymağından olup Kiş’in torunuydu. Kiş; Babil kralı Nebukadnezar’ın Yahudi kralı Yehoyakin ile birlikte Yeruşalim’den sürgün ettiği kişilerden biriydi. Mordekay’ın Haddatta adında bir amcakızı vardı. Annesi ve babasını yitiren Haddata’yı Mordekay evlat edinip büyütmüştü. Haddata endamlı ve güzeldi. Mordekay, özel olarak yetiştirdiği bu kızı Pers sarayına kraliçe yapmayı düşünüyor ve Ahaşveroş’tan bir erkek çocuk doğurmasını istiyordu. Böylece Yahudiler, Pers saltanatının sahibi olacaktı. Mordakay Yahudi adı olan Haddata’nın yerine yeğenine Ester ismini verdi ve saraya gönderdi. Haremağası olan ve Mordekay ile irtibatı bulunan Hegay, Ester’i beğendi ve ona ayrıcalık tanıdı. En iyi biçimde beslenip güzelleşmesi için ne gerekiyorsa hemen sağladı. Ayrıca kralın sarayından seçilen yedi hizmetçiyi buyruğuna verdi. Sonra onun hizmetçileriyle birlikte haremin en güzel bölümüne yerleştirdi. Ester, Yahudi olduğunu kimseye açıklamadı. Sadece onun Yahudi olduğunu Mordekay, Hegay ve Memukan biliyordu. Çünkü Mordekay, Ester’e Yahudi olduğunu açıklamasını yasaklamıştı. Pers sarayına kraliçe seçimleri başlamıştı. Her genç kız sırası geldiğinde kral Ahaşveroş’un huzuruna çıkacaktı. Ama kural uyarınca önce 12 ay süren güzellik bakımını gerçekleştirmeleri gerekiyordu. Altı ay süreyle her kıza mür yağı sürülüyor, altı ay da kremler ve losyonlar uygulanıyordu. Akşam kralın yanına giren kız, ertesi sabah cariyelerden sorumlu harem ağası Şaaşgaz’ın yönetimindeki hareme dönerdi. Kralın yanına girme sırası Ester’e geldi. Yahudilerin kutsal kabul ettikleri 7 rakamına uygun olarak, Ahaşveroş’un krallığının 7. yılında, Yahudi takvimine göre Tevet (7) diye adlandırılan 7. ayda Ester saraya kralın yanına götürüldü. Kripto Hegay, bu zamanı İbrani mistik inancına göre ayarlamıştı. Kral, Ester’i öbür kızlardan daha çok sevdi, en çok ondan hoşlandı ve ona ayrıcalık tanıdı. Kraliçelik tacını ona giydirip Vaşti’nin yerine onu kraliçe yaptı. Ardından Ester’in onuruna büyük bir şölen verdi. Bu şölende bütün önderler ve görevliler hazır bulundu. Kral bütün illerde bayram ilan etti ve krallara yaraşır cömertlikle armağanlar dağıttı. (7) Türkiye’de Tevet soyadlı Musevi aileler yaşamaktadır. Bunlardan bazıları Türkiye’den göç etmişlerdir. Ayrıca ünlü pop sanatçısı Tarkan’ın ailesinin soyadı da Tevetoğlu’dur. Tevetoğlu ailesi Rize İkizdere’nin Rüzgârlı Köyündendir. Böylece Yahudiler, uzun bir hazırlığın sonucunda hedeflerine ulaştılar. Artık Pers sarayının en üst noktasında kripto Yahudi kızı Ester vardı. MORDEKAY’IN ENTRİKASI Ester kraliçe olduktan sonra Mordekay’ı hemen kralın kapı görevlilerinden birisi olarak tayin etti. Böylece kralın yanına gelen kişileri Yahudiler kontrol etmeye başladılar. Kendisini büyüttüğü günlerde olduğu gibi Mordekay’ın sözünden çıkmayan Ester, çok sayıda kriptoyu Pers sarayında görevlendirdi. Saray adım adım Yahudi etkisine girmeye başladı. Kripto Yahudiler, Pers sarayında kendilerine engel gördükleri kişileri değişik entrikalarla tasfiye ediyorlardı. Bu durum Pers kökenli kapı görevlilerinden olan Diktan ve Tereş’i rahatsız etti. Pers sarayının kripto Yahudi etkisine girdiğini sezen bu kişiler Mordekay’ı korkuttu. Mordekay, Yahudiler için tehlikeli bir durum olacağını anlayarak Diktan ve Tereş’i ortadan kaldırmak için plan yaptı. Plana göre bu kişilerin Kral Ahaşveroş’a suikast düzenleyeceği söylentisi yayılacaktı. Bu bilgi Ester tarafından Ahaşveroş’a aktarıldı. Ester’e inanan ve çok sinirlenen Ahaşveroş, derhal Diktan ve Tereş’in idam emrini verdi. Pers milliyetçileri olan Diktan ve Tereş’in deşifre olması üzerine Haman harekete geçerek olayın daha fazla büyümemesi için kendi elleriyle bu iki adamını öldürdü. Böylece sarayda kritik noktalarda bulunan Pers milliyetçilerinin daha fazla zarar görmesinin önüne geçti. Ayrıca Haman, bu hareketiyle kral Ahaşveroş’un gözüne girmeyi başardı. Kral Ahaşveroş Agaklı Haman’ı yüksek bir göreve atayıp onurlandırdı. Onu bütün önderlerden daha yetkili kıldı. Gücü eline geçiren Haman, ülkedeki ve saraydaki kripto Yahudi etkinliğini yok etmek için kral Ahaşveroş’u ikna etmeye çalıştı. Haman Kral Ahaşveroş’a şöyle dedi: “Krallığınızın bütün illerinde, öbür halkların arasına dağılmış, onlardan ayrı yaşayan bir halk var. Yasaları bütün öbür halklarınkinden farklı, kendileri de kralların yasalarına uymazlar. Onları kendi hallerine bırakmak kralın çıkarlarına uygun düşmez. Kral uygun görüyorsa yok edilmeleri için yazılı bir buyruk verilsin”. Rembrandt’ın Ahaşveroş, Haman ve Esther’i yemek yerken betimlediği tablosu. Bunun üzerine kral Ahaşveroş, Haman’a istediği yetkiyi verdi. Haman, Adar ayının 13. günü ülkedeki bütün Yahudilerin öldürülmesi için harekete geçti. Durumu öğrenen Mordekay, Ester’den duruma müdahale ederek gerçek kimliğini açıklamasını istedi. Ester, milletini kurtarmak için Haman’a verdiği katliam yetkisini kaldırması için Ahaşveroş’a yalvardı ve şöyle dedi: “Ey kralım, eğer benden hoşnutsan ve uygun görüyorsan, isteğim canımı bağışlaman, dileğim de halkımı esirgemendir. Çünkü ben ve halkım öldürülüp yok edilmek, yeryüzünden silinmek üzere satıldık”. Bunun üzerine Haman’ın kendisini aldattığına inanan Ahaşveroş, Haman’ın idamına karar verdi. Böylece Haman, asıldı. Mal varlığına el konuldu. Kral Ahaşveroş Yahudi düşmanı Haman’ın malını mülkünü Kraliçe Ester’e bağışladı. Ester’in Mordekay’a yakınlığını açıklaması üzerine Mordekay kralın huzuruna çağırıldı. Ardından Mordekay, Haman’ın yerine atandı. Pieter Lastman (1583-1633) tarafından 1624 yılında yapılan Mordekay’ın zaferini resmeden tablosu. Böylece Asur ve Babil devletlerinde olduğu gibi kriptolar, Pers devletinin de kontrolünü ele geçirdiler. Pers vilayetlerinde Yahudilere karşı faaliyet içerisinde olanların mallarına el konuldu ve Yahudilere dağıtıldı. Yahudiler için sevinç ve mutluluk dolu günler başlamıştı. Kendilerini yok etmek isteyenlere saldırmak üzere bir araya geldiler. Hiç kimse onlara karşı koyamadı. Çünkü Yahudi korkusu bütün halkları sarmıştı. İl önderleri, satraplar, valiler ve kralın memurları, Mordekay’dan korktukları için Yahudiler’i desteklediler. Mordekay sarayda güçlü biriydi artık ve ünü bütün ülkeye yayılmıştı. Yahudiler düşmanlarını kılıçtan geçirdiler. Kendilerinden nefret edenlerden yetmişbeş bin kişiyi kestiler. Sadece Sus Kalesi’nde beş yüz kişiyi katlettiler. Haman’ın on oğlunu Parşandata, Dalfon, Aspata, Porata, Adalya, Aridata, Parmaşta, Arisay, Ariday ve Vayzata’yı öldürdüler. Bununla yetinmeyen Ester, Haman’ın oğullarının cesetlerinin darağacına asılmasını ve halka gösterilmesini istedi. Bütün bunlar Adar ayının on üçüncü günü oldu. Yahudiler on dördüncü gün dinlendiler ve o günü şölen ve eğlence günü ilan ettiler. Ester ve Mordekay’ın İran’ın Hemedan şehrindeki anıt mezarları. PURİM BAYRAMI Taşrada ve kentlerde yaşayan Yahudiler işte bu nedenle Adar ayının on dördüncü gününü şölen ve eğlence günü olarak kutlarlar ve birbirlerine yemek sunarlar. Mordekay bu olayları kayda geçirdi. Ardından Kral Ahaşveroş uzak, yakın bütün illerinde yaşayan Yahudilere mektuplar gönderdi. Her yıl Adar ayının on dördüncü ve on beşinci günlerini kutlamalarını buyurdu. Çünkü o günler Yahudilerin düşmanlarından kurtulduğu günlerdi. Bu günlere Purim adı verildi. Böylece Yahudiler, Purim Bayramı adını verdikleri bu kutlamaları kuşaktan kuşağa devam ettirerek günümüze kadar getirdiler. Purim kutlamalarında kullanılan gragger (müzik aleti). ESTER’İN OĞLU PERS KRALI KİROS İran’lı yazar Şahin’in “Ezrâ-nâme” (8) isimli edebi eserinde, II. Kiros’un, Yahudi asıllı Ester ile Pers kralı Ahaşveroş’un oğlu olduğu belirtilmektedir. Şahin’e göre, II. Kiros, Ester’in oğlu olduğu için, Yahudi hukukuna göre bir Yahudi’dir. Tanah’ın (9) şiirsel bir yorumu olan Ezrâ-nâme’de II. Kiros’in doğumu, Tanrı’nın bir hediyesi olarak tanımlanmaktadır. Onun konumunun, İsrail’in peygamber-leri ve krallarından daha aşağı olmadığı, adaletinin ve kahramanlığının ise dünyanın diğer krallarıyla benzerlik taşımadığı belirtilmektedir. (8) Ezra-name, 14. yüzyılın Yahudi-İran şiirinin öncülerinden Şahin tarafından kaleme alınan, Midraş ve İran efsanelerin faydalanarak, Tanah’ın (Tanah: Museviliğin kutsal kitabıdır. Tevrat, Nebiim ve Ketubim adı verilen 3 ana bölümden oluşur) Ezra kitabının şiirsel yorumudur. Rabbinik (Ortadoks Yahudilik) bir kaynakta da, II. Kiros’un Ester’in oğlu olduğu şeklinde bir bilginin yer aldığından söz edilmektedir. Bkz. Gary G. Porton, "Ezra in Rabbinic Literatüre", Restoration: Old Testament, Jewish, and Christian Perspectives, (ed. James M. Scot), Brill, Leiden, 2001, s. 316.) (9) Museviliğin kutsal kitabıdır. Tevrat, Nebiim ve Ketubim adı verilen 3 ana bölümden oluşur. II. Kiros, Mısır hariç bütün Yakın Doğu’yu işgal edip gücünü Orta Asya’ya kadar genişletti. Böylece Pers devleti büyük bir imparatorluk haline geldi. Kiros daha sonra Batı Anadolu’ya yönelerek, Lidya, Likya ve Karya’yı topraklarına kattı. II. Kiros, Lidya krallığına son verdikten sonra Babil’e yöneldi. Babil ve Pers orduları Dicle’nin doğusundaki Opis’te savaştı. Pers’ler mücadeleden galip ayrıldı. Babil kralı Nabonidus, devlet yönetimini oğlu Belşezar’a bırakıp Arabistan’a on yıl süren bir sefere çıktığı için Pers ordusu Babil’e saldırdığında ülkede bile değildi. Bu sebeple II. Kiros’un ordusu Babil’e saldırdığında fazla bir direnişle karşılaşmadı. Bizzat Babilli kâhin Yahudiler, şehrin kapılarını Pers ordusuna açmışlar ve II. Kiros’un şehre gelişini sevinçle karşılamışlardır. Babil, M.Ö.539 yılında Perslerin eline geçmiş ve böylece on birinci Babil hanedanlığı sona ermiştir. II. Kiros döneminde, Mısır hariç, Yakın Doğu’nun tamamı Pers hâkimiyetine girmiştir. Yahudi II. Kiros, Babil’i ele geçirdikten sonra sürgünde olan Yahudilerin anayurtlarına dönmelerine izin verirken, onlara kendilerini yönetme hakkı da vermiştir. Bu siyaseti ona Yahudiler arasında iyi bir itibar kazandırmıştır. Bunun en önemli göstergesi II. Kiros’un Yahudilere Kudüs’e dönüş izni vermesine rağmen çok küçük bir azınlığın kutsal topraklara dönmüştür. Kudüs’e dönen Yahudiler’in toplam sayısı 50.000’dir. II. Kiros. Yahudiler, II. Kiros’un tanrı tarafından seçildiğine ve kendi dinlerine geçtiğine inanıyorlardı. İbrani kaynaklarında, II. Kiros’un Yahudi mabedini inşa etme kararının Yahve’nin (Tanrı) emriyle olduğu yazmaktadır. II. Kiros’un Yahudileri serbest bırakması, mabedin kutsal eşyalarını iade etmesi, Kudüs şehrinin imarına yardımcı olması ve Kudüs’teki mabedi inşa ederek masraflarını karşılaması Yahudi olduğunu kanıtlamaktadır. İsrail ve İran kardeşliği. Yunanlı tarihçi Heredot, Perslilerin onu “Baba” olarak gördüklerini nakletmektedir. II. Kiros’un Yunan literatü-ründeki bu etkileyici tasvirine benzer ifadeler, Yahudi geleneğinde de karşımıza çıkmaktadır. Özellikle Tanah ve Josephus’da, II. Kiros’tan önemli bir figür olarak bahsedilmekte ve onun hakkında olumlu ve yüceltici ifadeler kullanılmaktadır. II. Kiros’un M.Ö.539 yılında Babil’i ele geçirmesinden, İskender’in M.Ö.332-331’de Sur (10) kentini alıp Ahameniş krallığına son verişine kadar geçen iki yüz yıldan fazla bir sürede, Kudüs’teki Yahudi toplumu Pers hâkimiyeti altında kalmıştır. Bu uzun süre zarfında Yahudiler, Pers idaresi altındaki topraklarda başta bürokrasi olmak üzere sanat ve ticaret alanlarında önemli konumlara yükselmişlerdir. Özellikle ipek ticaretinin örgütlenmesinde etkin olarak rol almışlardır. Büyük bir devletin sınırları içinde olmalarından ve seyahatlerinde hiçbir kısıtlamaya tabi tutulmadıklarından dolayı, kimi Yahudiler, Harezm’e, Orta Asya’nın içlerine kadar gitmişlerdir. Yahudiler, bu dönemde elde ettikleri tecrübelerle ilerde devlet sahibi olmadan, bağlı oldukları devletleri yönetme iradesini de göstermişlerdir. (10) Sur-Tyre: Lübnan’ın Akdeniz kıyısında liman şehri. Persleri Yahudilerden daha fazla destekleyen ikinci bir millet yoktur. İbrani kaynaklarından İkinci İşaya’da, II. Kiros hakkındaki şu övgü dolu sözler bunun birer delilidir: Kiros için, “Çobanımdır ve bütün muradımı yerine getirecektir” diyen Rab, “Önümde milletlere baş eğdirmek ve kralların belini gevşetmek ve kapılar kapanmasın diye önünde kapı kanatlarını açmak için elini tuttuğu Kiros’a, Mesih’ine, Rab şöyle diyor…” demektedir. II. Kiros’un Yahudilere gösterdiği iyiliği karşılıksız bırakmayan Yahudi liderler, “Pers kralının ve oğullarının sağlığı” için dua etmişlerdir. II. Kiros, Babil ülkesini ele geçirdikten sonra yönünü doğuya, Turan (Türk) topraklarına çevirmiştir. II. Kiros’un bundan sonraki hedefi Turan toprakları olmuştur. 1879 Yılında bulunan Londra’da British Müzesinde sergilenen ve İranlılar tarafından dünyanın ilk insan hakları deklarasyonu olarak kabul edilen Büyük Kiros’un silindiri. TÜRK-PERS ÇATIŞMASI: KİROS’UN ÖLDÜRÜLMESİ Pers Kralı II. Kiros, Turan topraklarına yöneldiğinde bozkırın ayazıyla pişmiş olan Türk yiğitleri onu bekliyordu. Bu sırada Turan topraklarına hakim olan Saka İmparatorluğu’nun başında kadın hükümdar Tomris Han bulunmaktaydı. Kiros, Tomris Han’a elçiler gönderdi ve evlilik teklif ederek, birlikte bütün dünyayı idare etme önerisinde bulundu. Fakat teklifi reddedildi. Tomris Han, Kiros’un elçilerine Pers ordusuyla savaşmaya hazır olduğunu da bildirdi. Böylece Kiros’a açıkça meydan okudu ve savaş ilan etti. Kral II. Kiros, Tomris Han’ın bu cesurca tutumu karşısında oldukça sinirlendi. Hemen savaş konseyini toplayarak Türkleri nasıl mağlup edebileceğini tartıştı. Savaş konseyinde, Türklerin Pers topraklarına saldırısının beklenmesi ve burada imha edilmesi yönünde görüşler ortaya atıldı. Ancak Kiros, Lidyalı bir generalin Turan ülkesine sefer yapılması ve hile ile Türklerin orada bozguna uğratılması fikrini benimsedi. Bunun üzerine Kiros, ordusunu kısa sürede toplayarak Turan ülkesine sefere çıktı. Yerine oğlu Kambises’i vekil bıraktı. Tomris Han, Kiros’un büyük bir ordu ile Türk illerine doğru geldiğinin haberini aldı. Ülkesinde seferberlik ilan ederek ordusunu topladı. Bir yandan da Kiros’a elçiler göndererek askerleriyle Amuderya nehrini rahat bir şekilde geçebileceğini ve pusuya düşürülmeyeceğini bildirerek meydan okudu. Tomris Han’ın kendisine duyduğu özgüven Kiros’u daha da öfkelendirdi. Tarihçi Heredot’a göre Kiros, ordusunu güvenli bir şekilde hiçbir saldırıya uğramadan Amuderya’dan Turan topraklarına geçirdi. Bu arada Kiros, savaş konseyinde alınan karar gereği, Türkleri pusuya düşürmek için planını devreye soktu. Plana göre, Pers ordusunun öncü birlikleri, Türk topraklarının içerisine kadar ilerleyip, şölen halinde iken Türk saldırısına maruz kalacaktı. Böylece Türkler, Pers ordusunu yok ettiklerini zannedecek ve ardından zafer şenlikleriyle savaş durumunu terk edeceklerdi. Ardından Kiros’un komutası altındaki asıl Pers ordusu Türkleri kılıçtan geçirerek tüm Türkistan’ı ele geçirmiş olacaktı. Tomris Han, Pers ordusunun Amuderya’dan rahatça geçmeleri konusunda sözünü tutmuş, oğlu komutasında bir orduyu da Persler üzerine keşif yapması için göndermişti. Kiros’un öncü birliklerinden oluşan ordusunu, ziyafet ve şölen esnasında gece baskınıyla kılıçtan geçiren Tomris Han’ın oğlu, Pers ordusunu yok ettiğini düşünmüştü. Tomris Han’ın oğlu askerlerine istirahat vererek, dinlenmelerini ve gönüllerince eğlenmelerini emretmişti. Gelişmeleri yakından takip eden Kiros, hilenin başarıya ulaştığını görünce, hemen harekete geçti ve yaptığı bir gece baskınıyla, Türklere büyük kayıplar verdirdi. Hatta Tomris Han’ın oğlunu esir aldı. Tomris Han ise askerlerinin ve oğlunun başına gelenler karşısında büyük bir üzüntü duydu. Kiros’a elçiler göndererek oğlu ve tutsak Türk esirlerin bırakılmasını istedi. Fakat bu talebi kabul görmedi. Ardından Tomris Han’ın oğlu, Kiros tarafından verilen bir emirle idam edildi. Tomris Han, oğlu ve esir Türklerin öldürülmesi üzerine Kiros’a şu mesajı iletti; “Gök Tanrı adına ant içerim ki, kan dökmeye doymayan adam, seni ben kanla doyuracağım…”. Bunun üzerine Tomris Han, ordusuyla Kiros üzerine hiddetli bir şekilde intikam duygularıyla saldırdı. Savaş, Türk okçusunun yoğun ok atışıyla başladı. Sonrasında göğüs göğüsse çarpışmalar meydana geldi. Her iki taraf ciddi kayıplar verdi. Savaşın ilerleyen günlerinde Persler, bozkır yiğitlerinin karşısında erimeye başladı. Türk ordusu, öyle ustaca savaştı ki, II. Kiros ve Pers soyluları kaçmaya yol dahi bulamadılar. Günlerce süren savaşın sonucunda Pers ordusu, ağır bir yenilgiye uğradı. Savaş meydanı, Pers generalleri, soyluları ve askerlerinin cesetlerinden geçilmiyordu. Hatta bazı yerlerde ölüler üst üste yığılmış ve küçük tepecikler oluşmuştu. Türk askerleri, savaş meydanında II. Kiros’u yaralı bir halde bularak Tomris Han’ın huzuruna getirdiler. Tomris Han, ettiği yemin gereği, içi kan dolu tulumun içerisine Pers kralı II. Kiros’un başını daldırdı. Kral II. Kiros, kan dolu tulumun içinde çırpınırken, Tomris Han şunları söylüyordu. “Canım sağ ve savaştan zaferle çıktım. Hileyle oğlumu yakaladın ve öldürdün. Sana daha önceden dediğim gibi benim elimle kana doyuyorsun”. Bir süre sonra II. Kiros’un çırpınan el ve ayaklarındaki hareket kesildi. Tomris Han, II. Kiros’u kan dolu tulumun içinden çıkartarak kellesini gövdesinden ayırdı. Böylece Pers İmparatorluğu’nda 29 sene hüküm sürmüş olan kral Kiros’un dönemi kapandı. Persler ile Türkler arasındaki mücadeleyi bir kere daha Türkler kazandı. Perslerin, yenilmez olarak gördükleri II. Kiros’un kafasının kesilerek öldürülmesi, İran’da büyük bir üzüntüye yol açtı. Persler, krallarının anısına Pasargad şehrinde anıt mezar inşa etti. Bu olay ile beraber Türklüğün, kriptolar ile günümüze kadar sürecek zorlu mücadelesi de başlamış oldu. Kürşad’ın narasıyla indik Tanrı Dağından Ruhumuzu kandırdık Orkun’un kaynağından, Bu kaynaktan içenin yürekleri tunç olur. Türk’e kefen biçenin ölümü korkunç olur! Tomris’in Kiros’un kellesini gövdesinden ayırması. Kiros’un Anıt mezarı. İSKENDER DÖNEMİ Makedonyalı İskender, Asos (11) savaşında Pers’leri yendikten sonra Sidon’u (12) kuşattı. Bu kuşatma sırasında Kudüs Yahudileri, Pers Kralı Darius’a bağlılıklarını devam ettirdi. Gazze’nin işgalinden sonra Kudüs üzerine yürüyen İskender şehri ele geçirdi. Yahudi hahamları İskender’i koro halinde tezahürat yaparak karşıladılar. Baş haham İskender’e Daniel’in kitabında bizzat kendisini ilgilendiren işaretler hakkında bilgi verdi. Hatta Yahudiler Makedonya Kralı İskender’i peygamber mertebesine çıkardılar. Başta Pers’liler den yana duran Yahudiler güç dengesi değişince hemen taraf değiştirdiler. (11) Assos: Günümüzde Behramkale adını taşıyan, Çanakkale ili Ayvacık ilçesi Edremit körfezi kıyısında yer alan antik bir kent. (12) Sidon: Lübnan’ın güneyinde antik bir şehir. Sayda olarak da bilinmektedir. İskender, haham başının isteği üzerine Yahudilerin dinlerini yaşamalarına izin verdi. İmparatorluk sınırlarındaki tüm Yahudileri vergiden muaf tuttu. Yahudilerin imparatorluğun dört bir yanına dağılmış olması İskender’in amaçları uğrunda onları kullanmak istediğini göstermektedir. SASANİ DÖNEMİ Sasaniler, Perslerin devamıdır. Yahudiler, Sasaniler döneminde Zerdüştlerin sahip oldukları dini özgürlüklerin aynısına sahiptiler. Şapur (13) döneminde Yahudiler devletteki var olan etkinliklerini daha da arttırdılar. Yahudilerin Sasani bürokrasisindeki etkinliği I. Yezdigirt (399-421) iktidarı sırasında zirve yaptı. Yezdigirt, atası Ahaşveroş’un Yahudi kızı Ester ile evlendiği gibi Yahudi Soşandukht’la evlendi. Aynı zamanda üst düzey makamlara çok sayıda Yahudi’yi atadı. Yahudiler Yezdigirt’e “Yahudi Kralı” ünvanını verdi. (13) Sasani kralı. Yezdigirt’in saltanatı sırasında (410 yılında) toplanan Selevkia konsülü, İznik konsülünde alınan kararları kabul etti. Bu kararlar içerisinde Hıristiyanlar arasındaki doktrin farklılıklarına son veren ve Sasani İmparatorluğunda tek bir kilisenin kurulmasını sağlayan İznik iman açıklaması vardı. Böylece Sasani topraklarında tevhit inancında olan Hıristiyanların etkinliği kırılarak pagan inancının işlendiği Hıristiyanlık kabul edildi. Yine kripto bir Yahudi olan Selevkia piskoposu İzak, Sasani kilisesini kurup başına geçti. Böylece Yezdigirt bir Yahudi olarak Hıristiyanların da hükümdarlığını temsil etti. Yezdigirt’ten sonra Sasanilerde yaşanan taht kavgasının sonucunda meydana gelen otorite boşluğundan dolayı bir kısım kripto Yahudi Anadolu’ya göç etti. Anadolu’daki İran kökenli kriptoların sayısı arttı. Sasani ülkesinin Müslüman Araplar tarafından istilasıyla beraber İran’daki Yahudiler ehli kitap kabul edildiler. Zerdüştlük dinini benimsemiş kripto Yahudiler ise Müslüman oldular. Bu şekilde İslam Devleti bürokrasisinde önemli mevkilere geldiler. Arap Devlet yapılanmasında Sasani tecrübesinden yararlanılmasıyla beraber, Sasani bürokrasisinde görev almış çok sayıda kripto Yahudi, Emevi ve Abbasi devletlerinde görev aldı. İslam şemsiyesi altında Yahudiler, sadece İslam öncesi yüzyıllardaki milli ve dinsel merkezleri olan Babil’de değil; Filistin, Mısır, İran ve Orta Asya’da da güç kazandılar. Müslüman İspanya’da ve yakın birçok ülkede Yahudiler sayı ve etki olarak artış gösterdiler. KRİPTO MEŞHEDİ: ABDULLAH... Abdullah ibni Sebe’nin dedesi aslen İranlı bir Meşhedi olup, Sasani kralı I. Hüsrev’in 570 yılında Yemen’i ele geçirmesi üzerine buraya yerleşmişti. Dedesi, Yemen’in mali durumunu tespit etmek ve eyaletin yıllık gelirlerini belirlemek üzere görevlendirilen bürokratlardan birisiydi. Annesi de Yemenli bir Yahudi’ydi. Kendisi, Halife Osman zamanında Yemen’den Hicaz’a gelmiş, burada Müslüman olmuş ve Abdullah ismini almıştı. Abdullah ibni Sebe, atalarının yaşadığı İran topraklarının Arap istilalarına uğramasına tanıklık etmişti. İslam tarihçileri, Abdullah ibni Sebe’nin Halife Osman ve Halife Ali zamanında ortaya çıkan karışıklıkların kaynağı olduğu konusunda hemfikirdirler. Ayrıca Şiiliğin ortaya çıkmasındaki rolünü tartışmasız kabul etmektedirler. Hatta bazı tarihçiler, Abdullah ibni Sebe’yi, “İslam’da Şia’nın kurucusu değilse bile, kesinlikle bu mezhebin inanç prensiplerini ortaya koyan kişi” şeklinde değerlendirmektedir. Abdullah ibni Sebe sapkın fikirlerini yaymak, Müslümanlar arasında ayrılık çıkarmak ve halkı Halife Osman’a karşı kışkırtmak amacıyla Hicaz, Kufe, Şam ve Mısır’da faaliyetlerde bulundu. Bu şehirlerde harekete geçmeye hazır, örgütlü gizli hücreler oluşturdu. Abdullah ibni Sebe’nin adamları Peygamberin hanımı Ayşe ve damadı Ali ‘nin ağzından yazılmış sahte mektupları pek çok şehre gönderdi. Bu şekilde Müslümanlar arasında düşmanlık yaratmayı bir metot haline getirdi. Sebeiyye adıyla anılan taraftarları ve adamları, Halife Osman’ın öldürülmesi, Sıffın Savaşı ve diğer olaylarda rol almış ve bu dönemde Müslümanlar arasında ortaya çıkan kaosun büyümesi için gayret sarf etmişlerdi. Abdullah ibni Sebe’ye göre; Hz. Muhammet yeryüzüne geri inecekti ve buna İsa’dan daha fazla layıktı. Ayrıca Hz. Muhammet’in vekili Ali olmalıydı. Çünkü her peygamberin bir vekili vardı ve peygamberin vekili de Ali’ydi. Bununla da yetinmeyen Sebe, Hz. Ali’nin tapılması gereken bir kişilik olduğunu iddia etmekteydi. Sonuçta, Abdullah ibni Sebe ve müritleri, sahip oldukları görüşlerini Mısır, Şam, Irak ve İran coğrafyasında yaymaya çalıştılar. Onun görüşleri, özellikle İran’da taraftar buldu ve çok sayıda heteredoks (14) akımın ortaya çıkmasında etkili oldu. (14) Ana akımdan sapmış olan. BİZANS İMPARATORLUĞU’NDA BAGRATUNİLER İsa’dan sonra üçüncü yüzyılda Roma İmparatorluğu ülke genelinde ciddi zorluklarla karşılamıştı. İç isyanlar ve dış baskılar sonucunda imparatorluk, Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılmıştı. Doğu Roma ile Batı Roma arasında birbirine üstünlük kurma mücadelesi giderek artmış; Batı Roma İmparatorluğu zamanla parçalanarak tarih sahnesinden çekilmişti. Buna karşın, Doğu Roma İmparatorluğu da ordusundaki Germen subayların ve askerlerin baskısı nedeniyle zor anlar yaşamıştı. Ordusundaki Germen subay ve askerleri tasfiye ederek üzerindeki baskıyı kaldırmak isteyen Doğu Roma İmparatorluğu, ülkesindeki bütün ücretli Germen askerlerini ve subaylarını sınır dışı etmişti. Fakat bu durum İmparatorluğun askeri gücünün zayıflamasına neden oldu. Doğu Roma İmparatorluğu, asker ihtiyacını karşılamak için Ermenilere yöneldi. Bunun sonucunda imparatorluğun başkentine ve batı topraklarına Ermeni Bagratuni göçü yaşandı. VI. Yüzyılda İstanbul’da hatırı sayılır bir Bagratuni cemaati oluştu. Kısa bir süre içerisinde Ermeni Bagratuniler devlet içerisinde seçkin konumlara, hatta imparatorluk tahtına kadar yükseldiler. Orta Bizans dönemi boyunca imparatorluğun askeri teşkilatına egemen oldular. Bütün bu gelişmelere rağmen, Roma, bir imparatorluk devletiydi ve etnik kimlikleri çok fazla önemsemiyordu. İstanbul’da ve imparatorluğun bürokratik yapısında Romalı olmak esastı. Bundan dolayı İstanbul’daki Ermeni Bagratuniler Roma diliyle konuşmaya ve Roma kültürüyle yaşamaya başladılar. Bizans ordusundaki Ermeni Bagratuniler, VII. Yüzyılın başından itibaren imparatorluğun kaderinde söz sahibi olmaya başlamışlardı. VI. Yüzyılın sonlarında Sasaniler, Bizans’ın Anadolu’daki hâkimiyetini sarsmışlar ve İstanbul’u kuşatmışlardı. Ayrıca Avarlar, Balkanlar’daki Bizans otoritesini tehdit ediyorlardı. Bu gelişmeler yaşanırken, Bizans İmparatoru Fokas, ülkeyi felakete sürüklemişti. Bir Ermeni Bagratunisi olan ve Bizans İmparatorluğu’nun Libya valisi olan Heraklius, İstanbul’daki asillerle anlaşarak ordusunu gemilerle Selanik’e taşımış; ardında da kolayca İstanbul’a girmişti. İmparator Fokas’ı kendi elleriyle öldüren Heraklius, komutanların ve soyluların ittifakıyla Bizans tahtına oturmuştu. Bizans tarihinde ilk defa bir Ermeni Bagratunisi Roma tahtına oturuyordu. 610 yılında tahta geçen Heraklius, kuşatılmış olan imparatorluğunu kurtarabilmek için hem Avarlarla hem de Sasanilerle mücadele etmişti. 613 yılında kardeşinin kızı Martina ile evlenmiş ve bu karısından ikisi sakat olmak üzere dokuz çocukları dünyaya gelmişti. Bizans İmparatorluğu’nda Saray ve çevresinde hayli güçlenen Ermeni Bagratuni aileler, çoğunlukla kendi içlerinde evlilik yapıyorlardı. Ensest ilişkilerin de yaygın olduğu bu aileler, başta yüksek askeri mevkiler olmak üzere pek çok makamda neredeyse tekel kurmuşlardı. İmparator Heraklius, Sasani Kisrası Hüsrev’i arka arkaya mağlup etmişti. Atalarının toprakları olan Ermenistan’ı Bizans İmparatorluğu topraklarına katmayı başardı. 630 yılında Kudüs’ü ziyaret ederek, buradaki kutsal yerleri tamir edip, onardı ve Hacı unvanı taşıyan ilk imparator oldu. Ancak Avarlarla ve Sasanilerle mücadelesi onu hayli yıpratmıştı. Karısı Martina’nın, oğlunu kendisinden sonra tahta çıkarmak için giriştiği entrikalar ve Araplar karşısında alınan mağlubiyetler, Heraklius’un akli dengesini kaybetmesiyle sonuçlandı. Yerine imparator olarak oğlu geçti ve Ermeni Bagratunilerin Bizans İmparatorluğundaki hâkimiyetleri ve nüfuzları devam etti. 1000 yılında Ermeni Bagratuni kökenli olan Bizans İmparatoru İkinci Basileios Ermenistan topraklarını ziyaret etmişti. Abhaz Kralı Bagrat, İberia Kralı Gurgen, Kars Kralı Abas ve Vaspurakan Kralı Senekerim imparatorun huzuruna gelerek bağlılıklarını bildirdiler. Bizans imparatoru bunları hediyelerle ödüllendirdi. İmparatorun bu ziyareti, Abbasi Devleti’ne karşı bir mesaj taşımaktaydı ve bölgedeki Arap tehditlerini bertaraf etmeyi amaçlıyordu. Ancak bu defa Türklerin Kafkasya’da ve Doğu Anadolu’daki Ermeni topraklarına yaptıkları akınlar Ermeni Bagratunileri zor durumda bıraktı. Vaspurakan Kralı Senekerim Türk akınlarına karşı durmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Türk korkusundan dolayı, Bizans İmparatoru İkinci Basileios’a müracaat ederek askeri yardım istedi. Ancak imparator kendisine yardım yerine Van’ı terk edip Sivas, Kayseri, Arapkir, Divriği, Gürün, Darende bölgesine yerleşmesini teklif etti. Bunun üzerine Ermeni Bagratuni kralı Senekerim, Van bölgesindeki krallığında yaşayan halkıyla beraber Kapadokya’ya göç etti. Senekerim’in oğlu David zamanında da Kapadokya’ya Bagratunilerin göçü sürdü. Bazı Bagratuniler ise, Eğin (Kemaliye-Erzincan), Ağın ve İspir gibi bölgelere kaçtı. EMEVİLER DÖNEMİNDE MEŞHEDİLER Dört Halife döneminde Müslümanların hakim olduğu bölgelerde var olan putperest inançlar zayıflamış ve çok sayıda kavim İslamiyet’i benimsemişti. Bunun yanında bazı topluluklar ise İslamiyet’i kabul etmek zorunda kalmıştı. Özellikle Halife Ömer zamanında Suriye, Mısır, İran ve Anadolu, Arap orduları tarafından ele geçirilmişti. Bu coğrafyalarda meskun bulunan milletlerin bir kısmı İslamiyet’i gönülden benimserken, bazıları benimser gözükmek suretiyle bu yeni güçle uzlaşma yoluna gitmişlerdi. Bu bölgelerden birisi olan Sasani (İran) toprakları, Halife Ömer zamanında ele geçirilmeye başlandı. III. Yezdigert’in 651’de ölmesine rağmen, İran topraklarında, henüz pek çok bölge ve vilayet ele geçirilememişti. Sasani devleti, ortadan kalkmıştı; ama mahalli güçler hala direnmeye devam ediyordu. Arap devleti, İran’da tutunabilmek ve oraya yerleşebilmek amacıyla toprakların idaresini mahalli idarecilere bıraktı. Araplar, İran’ı ele geçirdiğinde Yahudi toplumunun başında zengin bir toprak sahibi olan Eksilark’ı (sürgündeki Yahudilerin başı) buldu. Bu sistem halifeler zamanında da önemini korudu. Araplar, İran Horasan’ında çok sayıda Yahudi ile karşılaştılar. Bu dönemde, İran Yahudileri zımmi olarak adlandırılarak kendi mahallelerinde yaşadılar, inanç özgürlüğüne sahip olmaya devam ettiler. Bu dönemde Fars kökenli mahalli idarecilerden yıllık vergi alınması uygun görüldü. Topraklarına ve mali yapılarına dokunulmadı. Ancak devlete itaat etmeleri, mali işlere yardımcı olmaları ve yıllık vergilerini düzenli olarak vermeleri karara bağlandı. Fars ileri gelenlerinden bazıları ve zengin Fars görünümlü kripto Meşhediler, İslamiyet’i kabul eder gözükerek devletten daha fazla imtiyaz almayı başardılar. Bunlar, askeri ve idari alandaki bürokratik kadrolarda istihdam edildiler. İslam tarihçileri, Arapların Farslara böyle geniş imtiyazlar vermesini, onların devlete ısındırılması için yapılmış bir hamle olarak değerlendirmişlerdir. Buna rağmen, Farsların bir kısmı şeklen Müslüman olmuş, bir kısmı da eski din ve inançlarını sürdürmüşlerdi. Fakat Emeviler döneminde Arap milliyetçiliğini esas alan politikalar benimsenmesi, özellikle mevali olarak adlandırılan, Arap olmayan yeni Müslümanlar arasında hoşnutsuzluk meydana getirdi. Bununla birlikte Emevi iktidarı, Halifeler döneminde verilen bu imtiyazların Farslardan geri alınması için teşebbüslerde bulundu. Öncelikle İran coğrafyasında bürokratik kadrolarda bulunan Farslar, görevlerinden uzaklaştırıldı. Ardından Farsların ve Meşhedilerin yaşadığı bölgelere, Arap nüfusu iskân edildi. Bu durum kısa sürede büyük isyanların çıkmasına yol açtı ve İran, Emevilere muhalefetin en fazla yaşandığı coğrafya oldu. Yine bu dönemde çok sayıda heterodoks topluluk İran topraklarına göç etmiş, isyanlara destek vermişti. EMEVİLERİN YIKILIŞINDA MEŞHEDİLER Emevilerin ırkçılığa dayalı devlet siyasetleri, pek çok bölgede isyan çıkmasına neden olmuştu. Özellikle devlet, İran topraklarında ortaya çıkan isyanların önüne geçemedi. Diğer taraftan, Emevilerin Ermeni Bagratuni krallarını kendi kontrolleri altına almaları, ardından Gürcü Bagratunilere savaş açmaları devletin var olan sıkıntılarını daha da artırdı. Gürcü Bagratuniler, Emevi akınlarını sert bir şekilde durdurmayı başardı. Bu topraklarda Emevilerin durdurulmuş olması büyük bir başarıydı. Gürcü Bagratunilerin bu başarısı, Emevi hakimiyeti altında yaşayan Ermeni Bagratunileri de tekrar bağımsız olmak için hareket geçirdi. Emevilerin Kafkaslarda durdurulması İran’da var olan isyanın daha da büyümesine yol açtı. Meşhediler’in organize ettiği isyana dihkanlar (15) , İranlı köylüler, Farslar, Hariciler, Sebeiyye örgütü, Şiiler, Hürremiler ve daha pek çok unsur destek verdi. (15) Büyük toprak sahiplerine verilen isimdir. İşte bu dönemde 750 senesinde Horasan bölgesinde büyük bir isyan patlak verdi ve dalga dalga bütün Emevi topraklarına yayıldı. Emeviler devri bu tarihte sona ererken, Abbasiler tarih sahnesine çıktı. ABBASİ DÖNEMİNDE MEŞHEDİLER Abbasiler, Emevilerden farklı olarak Arap milliyetçiliğinden uzak bir politika takip ettiler. Arap olmayan topluluklara geniş haklar tanıyarak onları devlet yönetiminde görevlendirdiler. Bu dönemde devlet idaresinde Farslar ve kripto Meşhediler esas söz sahibi unsurlardı. Bunun yanı sıra isyana destek veren İranlıların tamamı yeni iktidardan istediklerini almayı başardılar. Nitekim bu durumun en belirgin özelliği başkentin, Arap etkisindeki Şam’dan yeni inşa edilen Fars etkisindeki Bağdat’a taşınmasıydı. Abbasiler, kozmopolit ve İran kültürü etkisi altındaki Bağdat şehrini devletin merkezi yaptılar. Abbasi bürokrasisinde Farsların etkinliği artarken diğer taraftan Anadolu’daki Abbasi valileri, Bagratunilerin sık sık isyan etmesinden dolayı acziyet içinde bulunuyordu. Abbasi valileri, bir nevi vali muavini sayılan Ermeni Bagratuni kökenli “nakharar” ları yanlarına almadan bulundukları vilayette adeta hiçbir şey yapamaz duruma geldiler. “Nakhararlar”, eyaletin gelir-gider, askeri ve idari bütün işlerini vali adına gerçekleştirmeye başladılar. Ermeni Bagratuni kral ve prensleri, genel olarak Abbasiler döneminde refah içinde yaşadılar. Ayrıca Bağdat ve İran üzerinden gelen ticaret yollarını kontrol altında tutmaları zenginliklerini ve şöhretlerini artırdı. Fakat bu defa Türklerin Anadolu’ya akınları, varlıklarını tehdit etmeye başladı Abbasi iktidarının en önemli özelliği bürokrasisinde çok sayıda Arap dışı unsurları istihdam etmesiydi. Zira Abbasiler, Emevi ırkçılığına bir tepki olarak sonradan Müslüman olmuş unsurların desteği ile iktidara gelmişlerdi. Bu desteği büyük ölçüde sağlayan Farslar ve Fars kimliği altında yaşayan kripto Meşhedilerdi. Abbasileri iktidara taşıyan Ebu Müslim Horasani, İranlı bir Meşhedi’ydi. 750 yılında Emevileri yıkan Ebu Müslim bir süre Abbasi Devleti’nin en etkin kişisi olmuştu. Emevilerin yıkılmasında Gürcü ve Ermeni Bagratunileri de Abbasilere büyük destek sağlamıştı. Fakat 755 yılında Ebu Müslim Horasani’nin öldürülmesi, Abbasilerin İran’dan aldığı desteği büyük ölçüde sarstı. İran’da eski Zerdüşt inancını ihya etmek amacıyla çok sayıda isyan ortaya çıktı. Mazdek’in (16) karısı Hürrem’e nispetle varlıklarını sürdürmüş olan Hürremilerin çıkardığı Babek isyanı, Abbasileri en fazla uğraştıran ayaklanma oldu. Kripto Meşhediler ve Farslar, Bağdat Sarayı’ndaki adamlarının başına bir şey geldiğinde, İran’ın bir bölgesinde veya genelinde isyan çıkartarak Abbasileri yola getirmeye çalıştılar. (16) Sasaniler döneminde Kisra Kavad'ın hükümdarlığı sırasında (488-496, 498-531) yaşayan ve bir çeşit komün toplum yapısını savunan İranlı din adamı. Gerçek isminin İndarazar olduğuna dair iddialar vardır. Abbasiler döneminin en meşhur halifesi Harun Reşit zamanında vezirliğe kadar yükselmiş ve devletin bütün kadrolarında etkin olmuş Bermeki ailesi de kripto Meşhediydi. Bermekiler, Abbasiler döneminde ticaret, para, fikir, eğlence, kültür, sanat, siyaset ve idare gibi alanlarda etkinliğini göstermiş oldukça geniş bir aileydi. İbrani kaynaklarına göre, ailenin kökeni Belh şehrinin önde gelen ailelerinden Bermek ailesine dayanmaktadır. Belh, aynı zamanda Yahudi nüfusun yoğunlukta olduğu bir şehirdi. Bu şehirde Sinagoglar, Zerdüşt tapınakları ve Budist mabetleri vardı. Bu tapınaklardan çok sayıda din adamı yetişmişti. Ailenin bilinen ilk atası, VII. yüzyılın sonunda Bağdat’a yerleşmiş ve burada İslamiyet’i kabul etmişti. Bazı Arap ve İranlı tarihçiler ise bu görüşten farklı üç görüş ileri sürerler. Arap tarihçiler, Bermekilerin atalarının Belh şehrinde bulunan bir Budist tapınağının rahibi olduğunu iddia etmektedir. Bazı İranlı tarihçiler, Belh’teki Zerdüşt tapınağında görev yapan bir din adamı olduğu yönünde görüş bildirmişlerdir. Bir kısım İranlı tarihçi ise Bermekilerin Sasaniler döneminde vezirlik makamını sürekli elinde bulundurmuş bir aile olarak nitelendirmektedirler. Bermekilerin bilinen ilk üyesi Halid bin Bermeki, Bağdat’ta Emevilere karşı muhalefeti örgütleyen ve Abbasi ihtilaline destek veren bir kişilikti. Bu başarılarından dolayı ilk Abbasi halifeleri kendisini devletin mali işlerinin başına getirmişlerdir. Ailenin mensupları kısa bir süre içerisinde Abbasi devletinin idari, mali ve askeri kadrolarında önemli mevkilere atandılar. Bununla birlikte, ailenin bazı üyeleri Anadolu ve İran’daki bir kısım eyaletlere vali tayin edildiler. Anadolu eyaletlerinde görev yapan Bermeki ailesine mensup valiler zamanında, Ermeni ve Gürcü Bagratuniler en müreffeh zamanlarını yaşadılar. Ailenin en parlak üyesi Halife Harun Reşit’in uzun süre vezirliğini yapmış olan Yahya bin Halid idi. Yahya’nın oğulları da devletin eyaletlerine vali tayin edilmişlerdir. Aile, devletin darphane ve posta teşkilatı başta olmak üzere pek çok kurumunu uzun süre elinde bulundurmuştur. Bermekiler döneminde Bağdat Sarayı, Fars dili, İran kültürü ve eski paganist kültürlerin bariz bir şekilde etkisinde kalmıştı. Bağdat Sarayı, Fars, Ermeni Bagratuni ve Yahudi kökenli pek çok âlimin marifetlerini sergilediği bir yer olmuştu. Bu dönemde Abbasi Sarayı ve Bağdat zenginleri giyim kuşam konusunda Sasanilerin etkisindeydi. İran kıyafetleri, Abbasilerin resmi kıyafeti oldu. Eski İran bayramları, Nevruz, Mihrican ve Ram günleri törenlerle kutlanmaya başlandı. Bermekiler, İslam dünyasında ilmi ve fikri gelişmelere yardımcı olmak için Yunanca’dan, Farsça’dan ve Hintçe’den pek çok eserin Arapça’ya çevirilmesine ön ayak oldular. Bunun için sanatkârları desteklediler. Böylelikle Halife Memun zamanında kurulacak olan Beytü’l-Hikme’nin temelini attılar. Bermekiler, Fars kültürünü ve Hint edebiyatını Bağdat’a, Arap coğrafyasına taşımakla her zaman övündüler. Bu dönem, İslam öncesi din ve inançların edebiyat, tercüme ve şiir üzerinden Müslüman Arap toplumuna yoğun bir şekilde girdiği dönem oldu. Zaten Bağdat IX. Yüzyılın başında artık kozmopolit bir şehirdi. Bermekiler, teşvik ettikleri çevirilerle farklı dilde pek çok eseri Arapça’ya tercüme ettirmişler, Bağdat’a tarihinde hiç bir zaman göremeyeceği bir edebiyat zenginliği yaşatmışlardı. Başta Binbir Gece Masalları, Alatin’in Sihirli Lambası, Denizci Simbat, Kırk Haramiler gibi Fars/Hint kökenli masal ve hikâyeler Arap-İslam coğrafyasına taşınmıştı. Bermekiler, Simbat ve Alatin gibi atalarına ait Meşhedi/Bagrat kökenli isimleri Abbasiler dönemindeki edebiyat ve masal âlemine sokmayı başardılar. Abbasiler dönemiyle özdeşleşen Binbir Gece Masalları’nın etkisi günümüze kadar sürmüştür. Mesela, Simbat’ın maceraları günümüzde çizgi film ve sinema olarak ekranlarda yerini almıştır. Bermekilerin bir özelliği de eski Sasani devlet teşkilatını ve geleneklerini Abbasi Sarayı’nda inşa etmiş olmalarıydı. Nitekim Harun Reşit döneminde devlet kurumları Sasani devletine büyük ölçüde benzerlik gösteriyordu. Eski İran Saray kültürü bu defa Bağdat’ta Abbasi Sarayında canlanmıştı. Zira Abbasi Sarayı ile Binbir Gece Masalları arasında sıkı bir ilişki vardı. Binbir Gece Masallarındaki kahramanların yaşadıkları maceralar, saray çevresindeki entrikalar ve siyasete dair hikâyeler Bağdat Sarayı’nda o dönemde yaşananların bir iz düşümü gibiydi. Bununla birlikte erotizm, cinsel ilişkiler ve birbirini aldatan eşler, Binbir Gece Masallarındaki kahramanların en önemli özellikleriydi. Anlatılan hikayelerin başlıklarına bakıldığında “Karıların ihaneti”, “Canayakın Zina Çocuğunun Karmaşık Öyküsü”, “Kaygısız Gençliğin Neşeli Oturumları”, “Eşleri Tarafından Değerlendirilen Kocalar”, “Çeşme Başındaki Genç Arap Kızı”, “İki Rakkase” gibi daha pek çok hikaye Binbir Gece Masallarının temelini teşkil etmektedir. Hikâyelerde Hint, İran ve Yahudi etkisi bariz bir şekilde görülmektedir. Her hikayede kadın unsuru birinci kahraman konumundadır. Mesela “Eşleri Tarafından Değerlendirilen Kocalar” başlığında, aile içi cinselliği de anlatan bir gurup kadının konuşmalarına yer verilmektedir. Bununla birlikte, hikâyelerde eski Zerdüşt inanç öğretilerinden izler de yer almaktaydı. Nitekim Sasani kralı I. Kavat ve Zerdüşt din adamı olan yardımcısı Mazdek, sosyal mülkiyeti savunmuşlardı. Onlar, mal ve kadının toplum içerisinde ortak bir şekilde kullanımını yasalaştırmışlardı. Ayrıca özel mülkiyetin kaldırılması, evliliğin serbest aşk ile değiştirilmesi fikrindeydiler. Binbir Gece Masallarındaki aşk hikâyeleri ve eşlerin birbirini aldatmalarının altında yatan temel fikir, “mutlu bir beraberliğin” ancak serbest aşk yaşanarak elde edilebileceğine duyulan inançtan ileri geliyordu. Meşhedi kökenli Bermeki ailesi ve diğer kripto ailelerin Abbasi Sarayı’ndaki etkinliği Arapları oldukça rahatsız etmişti. Abbasi hilafeti, Arapların muhalefeti ve toplum nezdinde isyanların baş göstermesi üzerine Bermeki ailesinin önemli üyelerini zamanla ortadan kaldırdı. Gerçekte Abbasiler, Bermekilerin devlet içindeki gücünden endişeye kapılmıştı. Böylece devlet, Bermekileri ortadan kaldırarak bürokrasideki diğer kripto unsurlara da bir mesaj vermiş oldu. Ayrıca hem Arap toplumundan gelen tepkileri geçici bir süre erteleyebildi hem de çok zengin mülklere sahip olan bu ailenin mallarını müsadere ederek Hazine’ye aktardı. Bermeki ailesi mensupları eski debdebeli zamanlarını bir daha yaşayamadıysalar da varlıklarını sürdürmeyi başardılar. Bermekilerin başına gelenler, Abbasi Sarayı’nda bulunan diğer kriptoları daha temkinli hareket etmeye mecbur etti. Neticede Meşhediler/Bagratuniler, kripto Vezir Alkame’nin 1258 yılında Bağdat kapılarını Moğollara açıncaya kadar Abbasi Sarayı’nda etkisini devam ettirdi. MEŞHEDİLER VE BEYTÜ’L-HİKME Meşhedi Bermeki ailesinin Abbasi Devleti’ndeki nüfuzları büyük ölçüde zarar görmüştü. Ancak Saray’da ve Bağdat’ta bulunan çok sayıda Meşhedi/Bagratuni, Bermekilerin başına gelenlerden ders çıkartarak Abbasiler döneminde etkin olmayı sürdürmüşlerdir. Bağdat Sarayı’nda Halife’ye eş olacak ve ondan erkek çocuk doğuracak kadınların seçiminde kripto Meşhediler ile Araplar arasında büyük bir mücadele vardı. Harun Reşit’in oğlu Memun’un annesi İranlı kripto bir Meşhedi idi. Bazı kaynaklar Soğd (17) bölgesinde varlıklı bir ailenin kızı olduğunu nakletmektedir. (17) Günümüzde Tacikistan devleti sınırları içinde kalan bir şehir. Harun Reşit’in diğer oğlu Emin’in annesi ise Arap kökenliydi. Harun Reşit, ölmeden önce kendisinden sonra halifeliğe Emin’i tayin etti. Fakat Memun, babasının bu kararını tanımadı; Meşhedilere ve İranlılara dayanarak Emin’i mağlup etti. Emin’in ordusu, babasının veziri Arap kökenli Fazıl bin Rebi komutasındaki Suriyeli Araplara dayanmaktaydı. Fazıl bin Rebi ile Meşhedi kökenli Fazl bin Sehl arasında müthiş bir iktidar mücadelesi vardı. Memun’u iktidara taşıyan ve aynı zamanda onun hocası olan Fazl bin Sehl ve komutan Tahir, İranlı Meşhediydiler. Her iki Meşhedi, Bermekilerin desteği ile Harun Reşit’in hizmetine girmişlerdi. Memun’un Abbasi halifeliğini ele geçirmesinden sonra Fazl bin Sehl vezirliğe tayin edildi. Tahir ise Abbasi orduları komutanı oldu. Fazl bin Sehl, ülkenin bir kısmının yönetimini kardeşi Hasan bin Sehl’e bıraktı. Meşhedilerin ve İranlıların ülkede egemen olması Arapların öfkelenmesine ve isyan etmelerine neden oldu. Ancak Meşhediler, ortaya çıkan Arap isyanlarını kanlı bir şekilde bastırdılar. Memun zamanında Bağdat Sarayındaki Meşhediler; Mani, Eski Yunan ve Hellenistik inançlardan beslenen Mutezile’yi devlet mezhebi yapmak için mücadele verdiler. Halife Memun’un, Mutezile mezhebine karşı sempatisi vardı. Mezhebin devlet mezhebi olmasına karar verdi ve tebaasına bu mezhebi benimsemesi için telkinlerde bulundu. Kripto Meşhediler ve Halife Memun, Sünni akidesini savunan ve Mutezile mezhebinin görüşlerine destek vermeyen çok sayıda alimi öldürttü. Bilimsel çalışmalara merakı bulunan, Yunan felsefe ve bilim yapıtlarının çevrilmesini destekleyen Halife Memun, Saray’daki İranlı ve Meşhedilerin de teşvikiyle Beytü’l-Hikme’yi kurdu. Bu kurumdaki çevirmenlerin çoğu Hıristiyan ve Meşhediydi. Halife Memun, Hellen, Roma, Yunan, Pers ve Hintçe’den yapılan tercüme eserlerin halka anlatılması için emirler yayınladı. Ayrıca alimlerin çeviri eserleri okumasını ve aralarında münazara meclisleri tertip etmelerini istedi. Bu dönemde tercüme ile birlikte Edebiyat çalışmaları da Meşhedilerin ellerinde bulunuyordu. Aslen Meşhedi olan Ebu Ubeyde Muammer İbne’l-Müsenna, İslamiyeti kabul etmiş ve Müslümanlarla mücadele etmek için Arapçayı, Arap edebiyatını ve Arap kültürünü mükemmel bir şekilde öğrenmişti. Müsenna, Müslümanları küçük düşüren ve aşağılayan çok sayıda eser kaleme aldı. Neticede Meşhediler, Abbasi Sarayında varlıklarını etkili bir şekilde sürdürmeyi başardılar. İsrailiyat türü yapıtların İslam coğrafyasına girmesinde ve yayılmasında birinci derecede rol aldılar. SASANİLERİN TEKRAR DİRİLİŞİ: BÜVEYHİLER Abbasilerin, iktidara gelmesinde İranlıların büyük desteği olmuştu. Buna rağmen, devletin zirvesinde Arap- Fars çatışması son bulmamış, aksine daha da şiddetlenmişti. Meşhediler, Abbasi sarayında etkili olmaya çalışmışlardı. Ancak hilafet Sarayında Arap asıllı idarecilerin üstün geldikleri zamanlarda ciddi sıkıntılara maruz kalmışlardır. Zerdüşt Farslar, Arapları topraklarından çıkarmak ve atalarının topraklarında kendi devletlerini kurmak için çeşitli isyanlar çıkarmışlardır. Bilindiği üzere İran’ın kuzeyi, Gilan, Deylem ve el-Buruz dağları bölgesi İslam akınlarından etkilenmeyen bölgeler arasındaydı. Sasani devletinin soyluları bu bölgelere kaçarak varlıklarını sürdürmüşlerdi. Bölge, Meşhedilerin de yoğun bir şekilde yaşadığı yerler arasındaydı. Bu coğrafyada yaşayan bir kısım Farslar ve Meşhediler X. asrın başında Şiiliği kabul ettiler. Abbasi ordularında görev aldılar. Fakat esas maksatları Sasani devletini yeniden kurmaktı. Abbasilerin içinde bulunduğu karışıklıklardan istifade ederek İran’ın tamamına hakim oldular ve ardından Bağdat’ı kuşattılar. Abbasi halifelerinin eski gücü kalmadığından kolayca şehri ele geçirdiler. Ancak siyasi nedenlerden dolayı Abbasi halifeliğine son vermediler. Büveyhiler, Sasani geleneklerini yeniden canlandırmak istiyorlardı. Bunun için Sasani hükümdarlarının kullandığı “şahinşah” unvanını kullanmışlardır. Kendilerini Sasani hükümdarlarına bağlıyorlardı. Ellerinde soyağaçları vardı. Çocuklarını Sasani geleneklerine göre yetiştiren Büveyhiler, onları “tarihte Sasani devletinin ulaştığı sınırları tekrar elde edecek hükümdarlar” şeklinde eğitiyorlardı. Büveyhilerin önemli özelliklerinden birisi de Bağdat başta olmak üzere İran ve Irak şehirlerinde Şii Fars nüfusunu artırma girişimleridir. Abbasi halifesini baskı altında tutmaları, Arap nüfusun tepkisine neden oldu. Türkistan’dan İran’a doğru gelmekte olan Selçuklular, Büveyhilerin İran’daki hâkimiyetine son verdi. Abbasi halifesinin yardım istemesi üzerine 1055 yılında Bağdat’a giren Türk Hakanı Tuğrul Bey, buradaki Büveyhileri ortadan kaldırdı ve Büveyhiler, tarih sahnesinden çekilmişlerdir. Böylece Türk Milleti Meşhedilerin, Perslilerin önemli bir projesini daha sona erdiriyordu. Selçuklu Türkleri, Sasani soyundan gelen ve Şii mezhebini yaymayı ilke edinmiş Büveyhileri ortadan kaldırmakla, Abbasi Devleti’ni kurtarmış oldu. Böylece, Tomris Han’dan Alp Er Tonga’ya, Mete Han’dan Bumin Kağan’a ve Tuğrul Bey’e kadar Türkler ile Persler/Sasaniler arasındaki mücadeleyi bir kere daha Türkler kazandı. Fakat Sasaniler Şiilik kisvesi altında İran’da varlıklarını devam ettirdiler. İranlılar, Büveyhilerin ortadan kaldırılmasından sonra, Türklüğün hakim olduğu bu coğrafyada Sasani kimliği ile açıktan açığa yaşayamayacaklarını anladılar. Siyasal kimlik yerine Şiiliğe sarılarak varlıklarını sürdürmeye çalıştılar. Farslar, İran coğrafyasında yaşayan etnik unsurları Şiileştirerek eski Pers/Sasani topraklarına tekrar sahip olmayı amaçladılar. ABBASİLERİN YIKILIŞINDA MEŞHEDİLER Abbasi halifeleri, Sasani/Şii Büveyhoğullarının Bağdat’ı ele geçirmelerinden sonra, onların esareti altında yaşamaya başladı. Bu dönemde devlet, önemli bir varlık gösteremedi. Merkezi idarenin zayıflamasıyla, Abbasi topraklarında çok sayıda küçük devletin ortaya çıktığı görüldü. Türk Hakanı Tuğrul Bey, Bağdat’a gelerek Büveyhilere son verdi. Selçuklu Türkleri İran’da Şii görünümlü Sasani örgütleriyle de mücadele etti. Abbasi Devleti, XII. Yüzyılın ortalarında Doğu’dan Batı’ya doğru gelen Moğol saldırıları sonucu dağıldı. Moğolların İran’a yerleşmeleri üzerine Meşhediler ve Şiiler Moğol İlhanlı Sarayı’na kademeli olarak yerleştiler. Özellikle Bağdat’ta Abbasi Sarayında yüzlerce yıldır varlıklarını sürdüren Meşhedi aileler, bu defa yükselen süper güç İlhanlı Sarayı’na yöneldi. İran’da hüküm süren İlhanlılar devleti, kısa sürede Farsların ve Meşhedilerin kontrolüne girdi. Kripto Meşhedi Vezir Reşidüddin, İlhanlı devletinin mali, idari ve sosyal işlerinden sorumlu devlet adamı olmuştu. Hemedan’da dünyaya gelen Reşidüddin’in ailesi, Yahudi asıllıydı. Reşidüddin, kendi rızasıyla İlhanlı hükümdarı Abaka Han zamanında İlhanlı Sarayına hekim olarak girdi ve kısa sürede Saray’da nüfuzunu artırdı. Otuzlu yaşlarında İslamiyeti kabul etti. MOĞOL İSTİLASI DÖNEMİNDE YAHUDİLER Yahudiler ipek yolu vasıtasıyla harekete geçerek Filistin’den İran’a oradan Çin’e kadar bütün Asya’yı keşfetmiş bulunuyorlardı. 13. Yüzyılda Gazne (Afganistan) şehrinin çevresinde 80.000 Yahudi yaşamaktaydı ve bölgenin ticaretini ellerinde bulunduruyorlardı. Ayrıca İsfahan (İran) şehrinde 15.000, Bağdat’ta 40.000 ve Semerkant (Özbekistan)’ta ise 50.000 Yahudi yaşıyordu. Moğolların İslam coğrafyasını işgali öncesinde Yahudiler, Çin’e de yayılmış ve burada birçok ticaret kolonisi kurmuşlardı. Çin Yahudileri İran kökenli ipek tüccarlarıydı. Moğolların Ortadoğu’da yayılmasıyla beraber çok sayıda Yahudi, Moğol İmparatorluğunun tebaası oldu. Marco Polo, Tiflis’te Yahudi cemaatini gördüğünden bahsetmektedir. Moğol işgali sırasında Rusya ve Kırım’da da birçoğu tüccar olan Yahudiler bulunmaktaydı. Bu dönemde Hazar Denizi yakınlarında bulunan Kafkas dağlarında Yahudi toplulukları yaşamaktaydı ve bu Yahudiler İbranice konuşuyordu. Yahudiler, İran’ın Moğollar tarafından istilası sırasında Moğollarla Müslümanlara karşı ittifak yaptılar. İranlı Yahudiler için on üçüncü yüzyılın ikinci yarısı, alışılmadık bir özgürlük ve fırsat dönemiydi. İran’da 1250’lerden beri hüküm sürmüş olan İlhanlılar Şamanistlerdi. Özellikler Argun Han döneminde Sünni İslam’a siyasal nedenlerle düşman idiler ve Yahudileri açıkça kayırdılar. Judeo(Yahudi)-Farsça edebiyat, Moğollar döneminde gelişti. Tevrat, Fars diline çevrilmişti ve Yahudi yazarların hepsi yalnızca İbrani alfabesini kullandılar. İran’daki Yahudiler için Moğol istilasının başlıca yararı Moğolların ayrımcılık yapmamış olmasıydı. Semerkant’ta öğretmenleriyle birlikte Yahudi çocuklar. KRİPTOLARIN YENİ DEVLETİ FATIMİLER Susalı Ester’in Yahudi kimliğini gizleyerek Pers Sarayı’na girmesi, kral Ahaşveroş’un karısı olmayı başarması ve ardından soydaşlarını devletin kritik noktalarına getirmesi, kripto Yahudilerin geleneksel politikası haline gelmişti. Kripto Yahudilerin, kadınları kullanarak bir devlete sızma ve o devleti ele geçirme metotları daha sonraki dönemlerde de çok defa uygulanmıştır. Benzer bir durum İslam tarihinde Fatımiler devleti zamanında da görülmüştür. Halife, Hakim Biemrillah zamanında kripto Yahudiler, Fatımi Sarayı’na daha fazla sızabilmek için ellerindeki Yahudi asıllı güzel cariyeleri halifelere sunuyorlardı. Böylelikle gelecekte Yahudi kanı taşıyan halifelerin devletin başına geçmesi mümkün olacaktı. Fatımiler döneminde, saraya kadın ve cariye temin etme işi genellikle kripto Yahudilerin tekelinde bulunuyordu. Bunlardan birisi de Ebu Sa’d et-Tüsteri idi. Kripto et-Tüsteri, İslamiyet’i kabul etmiş, Mısır Sarayı’yla ticaret yapan, eğitimli bir Mısır Yahudisi’ydi. Ebu Sa’d et-Tüsteri, Halife Hakim Biemrillah’ın oğlu Zahir’e çok güzel bir cariye hediye etmişti. Yahudi asıllı olan bu cariye, Fatımi Sarayı’nda es-Seyyide Rasad adıyla biliniyordu. Es-Seyyide Rasad, Halife Zahir’e bir oğul doğurdu. Bu çocuğa Mustansır Billah adı verilmişti. Mustansır Billah 1036 yılında babasının ani(!) bir şekilde ölümü üzerine yedi yaşında Fatımilerin yeni halifesi oldu. Böylece Ebu Sa’d et-Tüsteri hedefine ulaşmış ve Yahudi kanı taşıyan bir çocuk Fatımi devletinin yeni halifesi olmuştu. Yeni halifenin ilk icraatı, annesinin de isteği üzerine Sa’d et-Tüsteri’yi Divan Reisliği’ne tayin etmekti. Yedi yaşında halife olan Mustansır Billah, çocuk yaşta olduğu için devleti annesi kripto Yahudi es-Seyyid Rasad ve kripto Ebu Sa’d et-Tüsteri birlikte yönettiler. Bu dönemde Sa’d et-Tüsteri’nin yapmış olduğu atamalarla devletin üst makamlarında görev yapan kripto Yahudi sayısının gün geçtikçe arttığı görüldü. Gerek idari yapıda ve gerek orduda et-Tüsteri yanlısı bir grubun oluşması, diğer yöneticiler arasında rahatsızlık meydana getirmişti. Diğer yandan da askeri dengenin bozulmasına yol açmıştı. Et-Tüsteri kendi yandaşı olan Berberi (18) askerlerinin maaşlarını artırırken, Türklerin ödeneklerinde kesintiye gitti. Bu durum, bardağı taşıran son damla oldu. Et-Tüsteri, Fatımi devleti içerisinde kriptoların kadrolaşmasına en büyük engel olarak Türk birliklerini görüyordu. Türk ordusunun Fatımi devletindeki etkinliğini kırmak için Berberi ve Habeş kökenli ordu birliklerine daha fazla ayrıcalıklar verdi. Bununla da yetinmeyen kripto et- Tüsteri Fatımi ordusunda paralı askerlik yapan Türk ordusunun tayin ve terfi işlerine de müdahale edince, Türk komutanlar tarafından öldürüldü. Tomris Han’ın kripto Kiros’u öldürmesiyle başlayan Türk-kripto mücadelesi Fatımiler döneminde de devam etmiş ve her zaman olduğu gibi Türk askerinin zaferiyle sonuçlanmıştır. (18) Kuzey Afrika’da yaşayan yerli topluluk. Kripto Yahudiler, Fatımi devletinin kuruluş döneminde de oldukça etkindiler. Fatımiler devletinin temeli, İran’dan İsmaili mezhebine mensup bir grup Karmati (19) daisinin Kuzey Afrika’ya gelmesiyle atıldı. Bu Karmati grubu, Türklerin İran’da etkin olmaları üzerine Kuzey Afrika’ya kaçmışlardı. Karmati/İsmaililer, Berberi kabileler arasında mezheplerini yaydılar. Zamanla, bazı Berberi kabilelerini yanlarına çekmeyi başardılar. Hz. Fatıma’nın soyundan geldiklerini iddia ederek kurdukları devlete Fatımiler ismini verdiler. Ancak Abbasiler, Fatımiler’in soyunun Hz. Fatıma’dan değil de Mecusilerden ve Yahudilerden geldiğini, İslam dininden çıktıklarını ilan ettiler. Hem Şii hem de Sünni fakihlere onaylattıkları bir şecereyi bütün Müslüman coğrafyasına dağıttılar. Kuzey Afrika’daki bu yeni devlet, Mısır, Yemen, Suriye ve İran’daki dailerle sürekli irtibat halindeydi. İsmaililiğin Kuzey Afrika’da genişlemeye müsait bir yer olduğu görülünce çok sayıda İsmaili daisi bölgeye göç etti. (19) Kufe, Bahreyn ve İran’ın güneybatı kesiminde X. asırda ortaya çıkan, mülkiyetin ve kadının ortaklığını savunan, Mazdeki ve Zerdüşti öğretilerini Şiiliğe uyarlamış hareket. Kuzey Afrika’da güçlerini arttıran ve sürekli sınırlarını genişleten İsmaili Fatımiler, başlangıçta Mısır’ı ele geçirememiş; uzun yıllar bunun için uğraşmışlardı. Yahudi mühtedisi Yakup bin Killis, halife Muiz Lidinillah’ı Mısır’ı fethetmesi konusunda ikna etmiş ve mali yönden ordunun finansmanının sağlanmasında rol oynamıştı. Bundan sonra Fatımi komutanlardan Cevher es-Sıkılli 100.000 kişilik Berberi ordusuyla Mısır’a girmiş ve kısa sürede bu ülkeyi ele geçirmişti. Sonrasında halife Muiz Lidinillah Kahire’ye geldi. Kripto Yakup bin Killis, komutan Cevher es-Sıkılli’yi kendi çıkarları için tehlikeli gördüğünden, halifeye onu azlettirdi. Halife Muiz Lidinillah bu kez Killis’i vezirliğe tayin etti. Bu dönemde çok sayıda Kuzey Afrika Yahudisi tüccar, İskenderiye ve Kahire’ye gelerek yerleşti. Vezirliğe atanan Killis, mali işlerde de kendisi gibi Yahudi dönmesi olan Usluc bin Hasan’ı tayin etti. Yahudiler, Fatımiler döneminde aynı Pers döneminde olduğu gibi refah içinde yaşadılar. Yahudi tüccarlar ve devletin kritik noktasında görev yapan mühtedi Yahudiler, ülkenin zenginleşmesinde birinci derecede rol oynadılar. Halife Aziz Billah zamanında vezirlik makamına mühtedi İsa bin Nestures atandı. Bu dönemde Suriye valiliğine ise yine bir kripto Yahudi mühtedisi olan Münşi tayin edildi. Mühtedi Vezir Nestures ile mühtedi Münşi, birlikte Fatımı ülkesinin kilit iki ismi haline geldi. Münşi, bu dönemde Suriye’deki ayaklanmalar ve mali yapının düzenlenmesiyle uğraştı. Bu iki mühtedinin devleti idare etmesi Arapları ve yerel halkı oldukça rahatsız etmişti. Rivayete göre, halife Aziz Billah’a yaklaşan bir Mısırlı ona şöyle seslenmişti. “Yahudileri, Suriye valisi Münşi ile Hıristiyanları vezir İsa bin Nestures vasıtasıyla yücelten ve Müslümanları zelil kılan kişiye…” diyerek ülkenin kriptoların etkisine girmesinden dolayı duyduğu rahatsızlığı dile getirmişti. Aziz Billah, artan tepkiler üzerine Nestures’i azlettiyse de kısa bir süre sonra görevine iade etti. İsa bin Nestures’in göreve dönmesinde Halife’nin karısı etkili olmuştu. Çünkü halife Aziz Billah’ın karısı eski bir Hristiyan azizeydi. Aziz Billah zamanında kriptoların saray ve devlet içinde etkili olmaları halifenin sonunu hızlandırdı. Yerine geçen Hakim Biemrillah zamanında ülkede koas ve terör hakim oldu. Ruhsal sorunları nedeniyle aldığı yanlış kararlar, ülkede yaşayan farklı dini unsurlar arasında çatışmaları da beraberinde getirdi. İsmailiye mezhebi devletin resmi mezhebiydi. Sünnilere sövmek bu dönemde oldukça yaygınlaştı ve devlet tarafından teşvik edilirdi. Bu dönemde çok sayıda Sünni alim ya öldürüldü ya da ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Hakim Biemrillah’ın kripto veziri İbni Abdun, Hıristiyanların Kudüs’teki en önemli mabedi olan Kamame (Kıyamet) kilisesinin yıkılması için çok uğraştı. Halifeye Kudüs’teki Hristiyan mabetlerinin yıkılması için sürekli telkinlerde bulundu. Amacı, Avrupalıları tahrik ederek, yüzbinlerce Haçlı ordusunun Anadolu, Suriye ve Mısır’ı ele geçirmesini sağlamaktı. Fakat bu isteğine kavuşamadı. 1017 senesinde Hakim Biemrillah, halifelik sıfatından tatmin olmadığından, İran’dan gelen Karmati bir grubun telkiniyle ilahlık iddiasında bulundu. Şii fanatizminin zirveye ulaştığı bu dönemde toplumda kargaşa daha da arttı. Hakim Biemrillah 1021 yılında esrarengiz bir şekilde ortadan kayboldu. Fatımiler, en geniş sınırlarına ulaştıklarında Hicaz, Yemen, Suriye, Mısır, Sicilya ve Kuzey Afrika’nın tamamını kontrol altında bulunduruyorlardı. Ayrıca Hicaz ve Yemen üzerinden Hindistan topraklarına kadar uzandılar. Donanmaları sayesinde Mısır-Hindistan ticaretini kontrolleri altına aldılar. Ayrıca, İsmaili mezhebini Hindistan topraklarında yayarak bu coğrafyada nüfuzlarını arttırdılar. Bağdat’ı işgal ederek Abbas hilafetini kontrollerine aldılar. Fakat Fatımilerin bu sevinci kısa sürdü. Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, aynı yıl içerisinde Türk ordusuyla Bağdat’a girdi ve Abbasi hilafetini daha önce Büveyhoğullarından kurtardığı gibi Şii/Kripto Yahudi Fatımilerden de kurtardı. Haçlı seferleri başladığında, Anadolu ve Suriye, Selçuklu Türkleri tarafından savunuldu. Kripto Fatımiler ise, Türk düşmanlığından dolayı Haçlılara karşı koymadıkları gibi onlara her türlü desteği verdiler. Aynı şekilde tarih boyunca kripto Yahudi Şii İranlıların Osmanlı Devleti’ne karşı Hristiyan Avrupa ile ittifak yaptıkları gibi… Fatımiler döneminde vezirlerin bir kısmı farklı etnik kimliklere sahip Hristiyanlardı. Hristiyanların içerisinde Bagratuni vezirler de bulunuyordu. En önemlisi “Seyfü’l-İslam” labakıyla anılan vezir Behram’dı. Behram döneminde, Ermenistan’dan ve Anadolu’dan çok sayıda Ermeni Bagratuni Mısır’a gelip yerleşti. KRALİÇE TAMARA VE GÜRCÜLERİN ALTIN ÇAĞI Tamara, Gürcistan krallığını 1184-1213 arasında yöneten ünlü Gürcü Bagratuni kraliçesidir. Tamara ismi Gürcü dilinde “თამარ”, İbrani dilinde ise “ ”ﬧ מּ ﬨşeklinde yazılmaktadır. Tamara’nın hükümdarlığı döneminde Gürcistan krallığı altın çağını yaşamış, onun döneminde Gürcü krallığı en geniş sınırlara ulaşmıştır. Tamara, krallar kralı ve kraliçeler kraliçesi (king of kings and gueen of queens) lakabıyla anılmıştır. Prenses Tamara, Gürcü kralı III. Giorgi’nin Guranduhti’den olan kızıydı. 1160 yılında Mtsheta’da (Meşetya/Misketa) dünyaya geldi. Annesi Granduhti, Oset (Alan) Bagratuni asilzade ailelerinden birisine mensuptu. O, babasının erkek evladı olmadığından, ülkenin yönetimini üstlenecek şekilde yetiştirildi. Jvari Manastırı: Gürcistan Bagratuni mimarisinin önemli eserlerinden birtanesi de Jvari Manastırı’dır. Bu manastır günümüzde UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası listesine dahil edilmiştir. Gürcistan’ın içinde çok sayıda dini yapı olmasına rağmen Jvari gibi eski bir yapı bulunmamaktadır. Jvari Manastırı; Mtkvari ve Aragvi nehirlerinin birleşme noktasına bakan tepe de Mtskheta’ya yakın bölgede bulunmaktadır. Bununla birlikte yapının aslı daha küçüktü. Kral Mirian, Hıristiyan olduktan sonra Jvari Manastırı’nın bulunduğu tepeye uzun bir ağaçtan haç dikti. Bu haç bazı hıristiyan milletler tarafından kutsal kabul edildi. Ayrıca kilise çok fazla ziyaretçi alamayacak kadar küçük olduğundan ileriki zamanlarda genişletildi. III. Giorgi, ölümünden sonra kraliyet mensupları arasında ortaya çıkabilecek anlaşmazlıkları önlemek için kızı Tamara’yı resmi olarak varisi ilan etti. Ayrıca Giorgi, ölümüne dek ülkeyi kızı Tamara ile birlikte yönetti. Prenses Tamara babasının 1184 yılında ölümü üzerine Gürcü Krallığı’nın başına geçti. Kraliyet tahtına geçtiğinde 24 yaşındaydı. Kraliçe Tamara’nın ülkenin başına geçmesi, Gürcü topraklarında bulunan bir kısım aristokratları rahatsız etti. Buna karşın Tamara, ortaya çıkan hoşnutsuzlukları akıllıca bir siyaset ile ortadan kaldırdı. Tamara’nın tahta çıkışından sonra kiminle evleneceği meselesi, kraliyet ailesini ve aristokratları meşgul eden diğer bir problem olmuştu. Gürcistan Mtskheta’da yer alan Svetitskhoveli Katedrali Gürcü Bagratuni kralları için bir mezar alanıdır ve Hz. İsa’nın cübbesinin gömülü olduğu alan olarak da bilinmektedir. M.S 337’de, Gürcistan, resmi dinini Hristiyanlık ilan ettiğinde, Aziz Nino tarafından yönlendirilen ilk hristiyan Kral Mirian, Hz. İsa’nın cübbesinin gömülü olduğu yerde bir kilise inşa edilmesini emretmiştir. (Filistin’deki Golgotha’daki bir Roman askeri tarafından alınan İsa’nın cübbesi bir Gürcü Yahudisi tarafından Gürcistan’a getirilmiştir.) Cübbenin gömülü olduğu mezarın üzerinde büyüyen Lübnan sedir ağaçları, (Yahudiler tarafından kutsal kabul edilen ağaçtır) kiliseye yedi sütun inşa etmek için kullanılmıştır. Bununla birlikte 7. ve en büyük sütunun sihirli özelliklere sahip olduğu ve havada kendi başına asılı kaldığına Bagratuniler tarafından inanılmıştır. Yedi sayısının Yahudiler tarafından da kutsal kabul edildiği bilinmektedir. Bagratunilere göre; Aziz Nino dünyaya dönmesi için dua edinceye dek bu sütun havada asılı kalmıştır. Sütunun aydınlatıcı özelliği olduğu söylemekle birlikte çok hoş bir koku yayıp mucizevi bir şekilde hastalıklara şifa olduğu da söylenmekteydi. Sütun “Sveti Tskhaveli” hayat veren sütun olarak adlandırıldı ve daha sonra bu isim inşa edilen katedrale verildi. Bu olayı resmeden tablo ise katedralin içerisinde bulunmaktadır. Kraliçe’nin kocası, ülkenin ikinci önemli kişisi olacağından, bu durum krallık için önem taşıyordu. Nihayet, Gürcü Bagratuni aristokratları, 1185 yılında Giorgi Rusi adındaki bir Rus prensiyle evlenmesine karar verdi. Zira Giorgi Rusi, Gürcü Bagratuni aristokratların Rus knezliği hanedanına kız vererek kurdukları akrabalık sonucu dünyaya gelmişti. Bagratuni kanı taşıyan Giorgi Rusi ile Kraliçe Tamara, muhteşem bir düğünle evlendiler. Bu evlilik, Rus knezliği ile Gürcü Kraliyet ailesi arasındaki hısımlık ve akrabalık ilişkilerini kuvvetlendirdi. Svetitskhoveli Katedralindeki Elizabeta Nikolaevna Bagration Muhranskaya’nın Mezarı. Svetitskhoveli Katedrali Bagratuni Kraliyet mezarı. Rus Bagratunisi Giorgi Rusi ile Gürcü Bagratuni Kraliçe Tamara’nın evliliği uzun sürmedi. Çünkü, bir kısım Gürcü Bagratuni aristokratında Rus knezliğinin kendileri üzerinde ciddi bir nüfuz elde edeceği endişesi hakim olmuştu. Ayrıca Giorgi Rusi aşırı müsrif bir kimseydi. Bu nedenlerle Gürcü Krallığında istenmeyen adam ilan edildi. Giorgi Rusi, Gürcü Kraliyeti’nde fazla kalamayarak ülkesi Rus knezliği topraklarına geri döndü. Bu boşanma, Rus knezliği ile olan akrabalığa önem veren bazı Gürcü Bagratuni aristokrat aileler arasında rahatsızlık yarattı. Bagratuni Katedrali Svetitskhoveli’den mezar. Kraliçe Tamara, 1188 yılında bu defa Bagratuni Oset (Alanlar) kralının oğlu Davit Soslan ile evlendi. Davit Soslan’ın lakabı Bagration’du. Fakat bu evliliği onaylamayan ve Rus prensi Giorgi Rusi’yi tekrar Gürcistan Kraliyeti’nin başına getirmek isteyen bazı Gürcü Bagratuniler ayaklandı. Giorgi Rusi de Gürcü topraklarına gelerek isyancılarla birlikte Kraliçe Tamara’ya karşı savaş açtı. Tamara, eski kocasının liderliğinde kendisine karşı mücadele eden Gürcü Bagratunileri yenilgiye uğrattı ve Giorgi Rusi’yi tutsak ederek ülkesi Rus knezliğine gönderdi. Rusi, bir kere daha Gürcü topraklarına gelerek şansını denemek istediyse de fazla taraftar bulamadığı için Moskova’ya geri dönmek zorunda kaldı. Svetitskhoveli Katedrali Bagratuni Kral mezarı. Tamara’nın 1192 yılında Laşa Giorgi adında bir oğlu oldu. Bunun şerefine kocası Davit Soslan ile birlikte Berdav kentine başarılı bir sefer düzenledi. Bu arada Azerbaycan atabeyi Ebubekir, Gürcü Kraliyet toprağı olan Şirvan’a saldırdı. Davit Soslan komutasındaki büyük bir Gürcü Bagratuni ordusu, 1195 yılında atabey Ebubekir’i yenilgiye uğrattı. Bu savaş sonucunda büyük miktarda ganimet ele geçiren kraliçe Tamara’nın ünü bütün Kafkaslar’a yayıldı. Gürcü Bagratunilerin en güçlü olduğu dönemin kraliçesi Tamara (1184–1213). Gürcü Kraliçesi Tamara, bu defa yönünü Trabzon ve Çoruh vadisi boyunca Doğu Karadeniz topraklarına çevirdi. Gürcü birlikleri Anadolu Selçuklu topraklarına girerek yağma girişimlerinde bulundu. Bu durum, Tokat ve Sivas bölgesinin meliki olan Rükneddin Süleyman Şah tarafından dikkatle takip ediliyordu. Diğer taraftan Kraliçe Tamara, David Soslan ile evli olmasına rağmen, gelecekte Anadolu Selçuklu Sultanı olacak bu genç ve yakışıklı Türk meliki ile evlenmek istiyordu. Bunun için Anadolu Selçuklu Sultanı II. Kılıçarslan’a bir mektup göndererek oğlu Rükneddin Süleyman Şah ile evlenmek istediğini bildirdi. Tamara, bu evlilik gerçekleştiği takdirde Rükneddin ile Gürcü Krallığını birlikte çok iyi yöneteceklerini söylüyordu. Sultan II. Kılıçarslan, Tamara’nın bu teklifini oğlu Rükneddin’e aktardı. Melik Rükneddin, Kraliçe Tamara’nın bu teklifini kesin bir şekilde reddettiği gibi, Gürcü ülkesini fethetmeyi arzuladığını babasına ifade etti.
Enter the password to open this PDF file:
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-