TÜRKLER’DE KADININ YERİ VE ÖNEMİ Tarih boyunca kurulan tüm Türk toplumlarında kadın, sosyal ve siyasi hayatta önemli rol oynamıştır.Ancak her şeyden önce kadın aile içinde bir eş ve bir annedir.Tüm Türk toplumlarında ailenin büyük önemi vardır.Öyle ki bir çok savaşa ve göçlere rağmen Türklerin dağılmadan ayakta kalması güçlü aile yapısına dayanır. İSLAM ÖNCESİ TÜRKLERDE KADIN; İslam öncesi Türklere ait bilgiler M.Ö.4500 yıl gerilere kadar gider.Bu bilgiler arasında Türk kadınlarının temel nitelikleri annelik ve kahramanlık olarak karşımıza çıkar.Buna bağlı olarak göçer hayatın günlük zorlukları arasında kadın at binme,ok atma,kılıç kuşanma,savaşabilme gücü ile de öne çıkar.Ayrıca “ana hakkı”, “süt hakkı” gibi kavramlar “Tanrı hakkı” ile eşdeğer tutulmuştur hep. Türk mitolojisinde düalizmler (ikilik) vardır.Yani; ak-kara,doğu-batı,sıcak-soğuk,gök-yer,dişi- erkek...gibi.Türk mitolojisindeki bu ikilikler ilk bakışta zıtlıklar gibi görünse de aksine birbirini tamamlayanlar olgulardır. Şöyle ki; “Gök” eril olarak kabul edilirken,”Yer” dişildir.Bu manada “Yer” doğurgandır ve bereketi sembolize eder.Yer yani kara kelimesinden doğan “karı” kelimesi de bu ikiliğin sonucudur. Türk mitolojik türemelerinde, kara üzerinde bulunan bir dağ ve bu dağ üzerinde bir mağra vardır.Burada kurtla,geyikle türeme gerçekleşir ki bu “mağra” aslında ana rahmini sembolize eder.Yine Güneş dişil iken,Ay erildir.(Ay Dede) Türkler’de sosyal hayata gelince tek eşlilik,Türk ailesinin vazgeçilmezidir.Evlilikler annenin izni olmadan gerçekleşmez.Evlenecek olan kıza erkek tarafı bugünkü mihrin karşılığı olan “kalın(g) vermek zorundadır. İskitler,Sarmatlar,Hunlar,Göktürkler ve Uygurlar’da kadınlar daima önemli hak ve yetkilere sahipti. İskitler’de göçebe kadınlar diğer günlük işler dışında erkekler gibi savaşçıdır.Bunlardan bir kısmına “Amazon” kadınları denir. Amazon kelime olarak “tek memeli” demektir ki Amazon kadınları at üstünde daha rahat geriye ok atabilmek için göğüslerinin tekini daha çok küçük yaşlarda dağlarlardı. İskitler tekerlekli arabalarda yaşarlar göçerken de bunlarla giderlerdi.Tıpkı kaplumbağalar gibi evleri sırtlarında idi.Kaplumbağa figürü resimlerde bundan dolayı sıkça yer alır.Hem bu manada hem de kaplumbağaların çok uzun ömürlü olmalarından dolayı Göktürk dönemi Orhun Bengü Abideleri kaplumbağa figürleri üzerine binâ edilmiştir. İski hükümdarının ölümüyle başa geçen eşi Tomris tarihe “ilk Türk kadın hükümdar” olarak geçmiştir.Tomris hile ile oğlunu öldüren Pers Kralı Kyros’a “-Seni kanla doyuracağım” diyerek önce tehdit eder sonra üzerine yürür.Persleri bozguna uğratır.Uyardığı gibi de Kyros’un başını gövdesinden ayırarak kan dolu bir fıçının içine daldırır! Sabirler’in/Sibirler’in (Sibirya ismini bunlardan alır) başında bulunan Belek Han ölünce yerine eşi Boğarık Hatun geçer.Böylece Boğarık Hatun aynı zamanda 100 bin kişilik ordununda başına geçmiş olur. Hunlar’da ise emirnâmeler “Kağan buyuruyor ki” şeklinde başlar ise geçersiz kabul edilir, “Kağan ve Hatun buyuruyor ki ” şeklinde başlar ise ancak geçerli olarak kabul edilirdi. Yine Orhun Bengü Abideleri’inde il (devlet) olmanın ve budun (millet) olmanın en önmeli unsuru kadın idi; “Tanrı Türk milleti yok olmasın diye! Bir millet olsun diye Türk milletinin başına babam İlteriş Kağan ile annem İlbilge Hatun’u getirmiştir!” denilmektedir. Hunlar adına Çin ile ilk barış anlaşmasını Mete’nin Hatun’u imzalamıştı.Yine elçilerin kabulu sırasında Hatun,Hakan’ın daima sol tarafında oturur,bazan da tek başına kabul ederdi. Örneğin Attila’nın eşi Arıg Han elçileri önce kendisi kabul ederdi. Hatta savaş meclisine katılır fikrini beyan ederdi. Çinliler Türk Kağan eşlerine kraliçe anlamında “K’o-tun” derlerdi ki bu Türkçe “Hatun” demektir. Çinli elçiler,Türkler’de hatunların yönetimdeki konum,önem ve ağırlıklarını görüp kendi ülkelerine vardıklarında anlatırlar.Türkler üzerinde etkili olmak,ülkeyi içten ele geçirmek için Türk hakanları ile kendi prenseslerini evlendirmek istemişler, bazen bu sinsi amaçlarında bu yolla başarılı olmuşlardır.Çinliler bazanda istilâdan kurtulmak için hatunlardan yardım istemişler,bu şekilde hakanlar üzerinde etkili olmuşlardır. Orhun Bengü Abideleri’nde hatunun Tanrı tarafından özel bir konuma konulduğu da açıkça görülür; “Yukarıda Türk Tanrısı,Türk’ün kutlu ülkesini öyle tanzim etmiş.Türk ülkesi yok olmasın,millet olsun diye babam İlteriş Kağan ve annem İlbilge Hatunu (Tanrı) halk içinden çıkarıp yukarı almıştır.” Yine kitabelerde; “Sizler anam hatun, büyük annelerim, ablalarım,hala ve teyzelerim” hitabıyla sıkça söze başlanır. Kapgan Kağan bir sefer sırasında hanımının ölüm haberini alınca komutayı Vezir Tonyukuk’a bırakarak cenaze töreni için geri döner. Bilge Kağan ölünce yerine oğlu geçer.Ancak o da fazla yaşamaz, ölür.Bu defa devletin başına hükümdar olarak Bilge Kağan’ın eşi aynı zamanda Vezir Tonyukuk’un da kızı olan Pofu Hatun geçer. Henüz İslamlaşmamış İtil (Volga) Bulgarları’na seyahat eden ünlü seyyah İbn-i Fadlan kadınların yeri ve konumunu şaşırak ve hayretle yazmıştır; “Hatunun hükümdarın yanında oturduğunu,hatun hilat giyince hatuna ait kadınların hatun üzerine para saçtıklarını,asla erkeklerden kaçmadıklarını, erkeklerle beraber çalıştıklarını, eğlenip oyunlar oynadıklarını” bildirmiştir. Hazar prensesi Çiçek Hatun,Bizans prensi ile evlenip Bizans sarayına gittiğinde giydiği elbise tüm sarayda moda olmuştur.Hatta ordunun kıyafeti haline gelmiştir.Çünkü Türkler’de kadınlar da erkekler gibi pantolon giyerdi.(At üstünde rahat olmak için) Türk destanlarınıda kadına daima saygı atfedilmiş olup,töreye göre dövülmesine, horlanmasına itilip kakılmasına asla müsade edilmemiştir. Dede Korkut hikâyelerinden Deli Dumrul hikâyesinde,Dumrul canının yerine can bulma çabasına girince kadını ona çekinmeden canını vereceğini söyler... Yine Bamsı Beyrek hikâyesinde Banu Çiçek iyi ata binen,iyi savaşan bir kadın kahraman figürüdür. Bir başka hikâyede ise Selcen Hatun gece eşine yapılan baskına eşi ile beraber kahramanca çarpışarak yardım eder. Manas Destanı’nda Manas’a zehir verilerek atıldığı çukurdan kurtaran eşi Kanikey Hatun’dur. Türklerde cinsiyet ayrımı asla olmamıştır. Sosyal hayatı en tabi şekilde yansıtan dilde bile bunun karşılığı açıkça hissedilir.Türkçe’de 3.kişi zamirinde erkek-dişi ayrımı yapılmaz ve tekdir; “O ”. Diğer dillerin hepsi cinsiyetçidir; •İngilizce’de erkek: He, dişi: She’dir. •Almanca’da erkek:Er, dişi:Sie. •Fransızca’da erkek:İl, dişi:Elle. •İspanyolca erkek:El, dişi:Ella. •Arapça’da erkek: Hüve, dişi:Hiye...gibi cinsiyetçidir. Tüm kadim Türk toplumlarında birey olarak kadınlar erkekler ile aynı haklara sahipti.Özel hukuk alanında evlenme,boşanma,mülkiyet, varislik ve miras konularında hakları vardı.Evlilikte kadına asla baskı yapılamaz ancak kendi ve anne-babasının rızası gerekli idi.Evlelen kişiler ayrı bir ev ya da çadır kurarak ayrılırlardı.Erkek tarafı kız tarafına bir miktar “kalın” vermek zorunda idi.Bunlar genelde at ve koyunlardan oluşurdu.Bunların miktarı söz kesmede belirlenirdi. Göktürkler’de kız evlenme çağına geldiğinde kılıçla dövüşüp yendiği erkekle değil yenildiği erkele evlenirdi.Bu durum savaş yeteneğinin de bir göstergesiydi. Kadının boşanma hakkı vardı.Yürümeyen evliliği zoraki sürdürmek gerekmemekteydi.Boşanma sırasında mal bölüşümü kurallara bağlı idi.Bu ayrılma girişimi hangi safhada gerçekleşiyorsa yani söz kesme,nişan ya da evlilik aşamasında gerçekleşmesine bağlı olarak veya kocanın ya da kadının kusuruna göre farklı şekilde uygulamalar içerirdi.Bu töresel kurallar oldukça katı ve sertti.Amaç keyfi boşanmaların önüne geçmekti. Kadınların mülk edinme,varislik ve miras hakları da töresel kurallarla belirlenmişti.Türk ailesinde kadının kendine ait mülkü vardı.Baba evinden getirdiği çeyizinde kocanın hiçbir hakkı yoktu.Kendi malı üzerinde istediği şekilde tasarrufta bulunurdu.Anne-babanın ya da eşin ölümü ile kadın varis olarak görülür ve mirastan hakettiği payını mutlaka alırdı.Eşini kaybeden kadın kendi malına ilaveten kocasının malından ¼ oranında hisse alırdı.Ayrıca evlenirken erkek tarafının verdiği kalın yine ona aitti.Baba ölünce evin en küçük oğlu babaya ait yazlak ve kışlak olarak kullanılan toprağın tek sahibi olup ocağın tütmesinin sorumluluğu bu en küçük oğulda idi.Babanın en küçük oğlu anneye, üvey anneye evlenmemiş kız kardeşlerine bakmakla yükümlüdür. Cengiz Han tüm Asya kıtasını ele geçirdiğinde bu toprakları çocukları arasında pay etmiş,ancak en küçük oğluna buralardan yer vermemesine rağmen devlet merkezini ve sarayı yönetimini en küçük oğluna bırakmıştır. Evli kadınla zina, kadına cinsel taciz ağır suçlar arasında kabul edilirdi ve vatana ihanet ile eş tutulurdu. Cezası ile ölümdü. Göktürkler’de töresel kanunları tatbik eden devlet mahkemesine “yargu” veya “yargan” denirdi ve burdaki görevliler “yargucu” (yargıç) olarak adlandırılırdı.Ceza ise “kıyın”,”kın” şeklinde isimlendirilirdi. Uygurları biraraya getiren Pusa’nın annesi mahkeme başkanlığı yapmıştı.Bu manada kendisi ilk Türk kadın yargıçtır ! Töre herşeyin üstündeydi ve tüm nızamı sağlardı.Orhun Bengü Taşları’nda bu açıkça yazılmıştır; “Üstte gök basmasa,altta yer delinmese,Türk milleti devletini töreni kim bazabilir” Bir başka ifade de bu önem açıkça dillendirilir; “ İl (devlet) gider, Töre kalır! ” Yeni bir yere ya da kışlaktan yazlağa veya tersi bir göç olduğunda orada herkesin nerede oturacağı, çadırlarını nereye kuracağı,hakan çadırının ve yardımcıları çadırlarının yeri, çadırların rengi (ak-kara), toylarda ve kurultayda her boyun oturacağı yer sırası,ziyafet için kesilen hayvanın hangi bölgesinin hangi boya verileceği,boylarda söz sırası törelerle belirli olduğu için hiç bir kargaşa çıkmazdı.Müthiş bir nizam vardı.(Burada törelerin binde birini ancak yazabildim.Tarihimiz hep yabancılar tarafından yazıldığı için sürekli başıboş dolaşan göçebeler gibi algı oluşturmuşlardır.Türk törelerinini okuyunca “barbar” olanların aslında kimler oldukları net olarak anlaşılır !) ÇİN TOPLUMUNDA KADIN Çinliler’de kadın insan sayılmazdı.İsim dahi verilmez bir,iki,üç diye çağrılırdı.Erkek evleneceği kadını kendisi seçer hediyelerle bazan satın alırdı.Ailede kadın söz sahibi değildi.Boşanma hakkı ancak erkeğe aitti.Kadın kocasının kölesi sayılırdı.Eşi ve çocukları ile sofraya oturamaz ayakta onlara hizmet için beklerdi.Çin mitolojisindeki düalizmlerde kötü olgular hep kadınlar üzerine kuruludur. FARS TOPLUMUNDA KADIN Kadın kocasına mutlak itaatle yükümlüdür.Çoklu evlilik oldukça normaldi.Hatta kan bağı evliliğe mani olmadığı için kendi kızıyla,kız kardeşi ile evlenir ve bu teşvik edilirdi. Akamenid kralı Dariuslun’un kız kardeşi Puroşat ile evlenmesi veya 2.Artakhşatra’nın kendi kızı Atossa ile evlenmesi gibi bir çok örnekler vardır. Yine Firdevsî’nin meşhur eseri Şehnâme’de kadın kahraman Sübâde,üvey oğlu Siyavuş’a çirkin tekliflerde bulunur,beraber olmak için yalvarır.Mülk edinme,miras gibi hakları asla yoktu. ROMA TOPLUMUNDA KADIN Ailede bulunanların yaşama hakkı babaya aitti ! Onlar üzerinde istediği şekilde tasarruf sahibi idi.Eşler eşya gibi alınır satılırdı.Kadın hür değildi.Eşini dahi babası seçerdi.Evleninceye kadar evde, ev işleriyle uğraşırdı. Mal edinme ve miras hakkı yoktu.Ev işlerini ihmal etmesi dahi boşama sebebi sayılrdı.Mahkemeye gidişi ve şahitliği kesinlikle yasaktı.İncile dahi dokunmaları yasaktı.Daha sonraları çeşitli haklara sahip olsalar da korku ve bilgisizlikten bunlardan hiç yararlanamamışlardır. HİNT TOPLUMUNDA KADIN Hint anlayışında evliliğin asıl gayesi babaya varis olabilecek,babanın ve ailenin günahlarının affını sağlayacak erkek çocuk dünyaya getirmekti.Erkek çocuk aile için saadet, günahları temizleyen iken, kız çocukları ise tam bir felaketti.Dul kadınlar yeniden evlenemezdi.Dahası ölen kocasının öbür dünyada da onun sevgisine ihtiyacı olduğu düşünülerek birlikte ve diri diri yakılarak öldürülürdü.Buna “Sati geleneği” adı denirdi. Bunu yapan kadınlar sadık,saygı değer ve kutsanmış bir eş olarak anılır,kabul edilirdi.Çoklu eşlilik normaldi. Budizm’in kurucusu Buda, ilk önceleri kadını dinine bile kabul etmemişti.Ancak amcaoğlu Anenda’nın ısrarı ile kadınlar Budizm’e kabul edilmişti.Ancak daha sonra “kadını dine kabul etmeseydik,Budizm saf bir şekilde asırlarca yaşardı” diyerek tepki göstermiştir. YUNAN TOPLUMUNDA KADIN Eski Yunan’da evlilik sadece Atinalılar arasında geçerliydi.Dünya lirik şiirinin öncüsü kabul edilen kadın şâir Safo (Sappho) gibi istisnâlar dışında eski Yunan’da kadın eş seçiminde dahi söz sahibi değildi.Miras hakkı olmadığı için,kalan mirası koruma adına kuzenler arası evlilik yaygındı.Üst tabakadaki kadınların hayatı ev içinde geçerken,alt tabakadaki kadınlar tarlalarda, pazarlarda çalışırdı.Boşanabilmeleri için yaşlı bir erkeğin vasiliğine ihtiyaçları vardı.Kadın her türlü siyasal haktan mahrum olup eşya gibi alınıp satılırdı.Helenistik devirde birbirlerinin karılarını satın alma yaygındı.Çocuklar ana-babaya değilde devlete ait oldukları için babasının kim olduğunun bir önemi yoktu.Bundan dolayı şehrin yarısı gayrımeşru durumdaydı.Yunan mitolojisindeki tanrıça Athena,büyük tanrı Zeus’un hem karısı hem de kız kardeşidir. SLAVLARDA KADIN Ruslarda kadın adeta eşya gibiydi..Zodruga olarak adlandırılan Slav ailesinde kadınlar ve çocuklar esir konumunda idi.Bazı dönemlerde kadın ölen kocası ile birlikte gömülürdü.Rus hükümdarların yakın adamlarının gözleri önünde,halkın da cariyeleri ile topluluk önünde ilişkiye girmeleri gayet normal olduğunu bölgeye giden seyyahlar sık sık belirtmişlerdir. M.S.988 yılında Rus kralı Vladmir kendi eski pagan dinlerinden sıyrılıp tek tanrılı dinlere geçme kararı alır.Üç dinin temsilcileri ile bu dinleri daha iyi tanımak için görüşür.Herkes o dönem altın çağını yaşayan İslamiyet’i seçeceğini düşünürken, o Hristiyanlığı seçer.Buna sebep sünnet olmaktan korktuğu şeklinde dillendirilse de asıl sebep, içkinin ve zinanın İslamiyet’te yasak olmasıydı. İSLAM ÖNCESİ ARAPLARDA KADIN Cahiliye dönemi olarak adlandırılan bu dönemde kadınlar iki sınıf halinde idi, hürler ve cariyeler.Hür olanların toplum içindeki yerleri bir nebze daha iyi idi.Buna rağmen kadın aklıyla değil duyguları ile hareket eden bir varlık olarak kabul edilirdi.Saygınlığı aşiret,kabile ve konumuna göre farklılık görürdü.Erkeklerin kadınlarla evlenmelerinde sayısal bir sınır yoktu.(Günümüzde bu sayı 10’dur!)Ayrıca erkek bir kadınla bir bedel karşılığında belli bir süre için evlenebilmekte idi.Buna Mut’a nikahı denilirdi.Onkişiden az olmak üzere bir grup erkek bir kadınla ortak eş de edinirlerdi.Cahiliye döneminde Araplarda kadının yeri tamamen cinsel arzular üzerinedir.Cahiliye Arapları’nda evlilik dini ve kutsal sayılmadığı için kadın ancak çocuk sahibi olunca aileye dahil olabilirdi.Kadınlar varis olamadığı gibi mülkiyet hakları da yoktu.Siyasi çevrede ise yeri asla yoktu.(Günümüzde bile bırakın seçme ve seçilme hakkını, araç ehliyeti almaya daha yeni hak kazandılar !) Çocukları kız olanlar ayıplanır dahası kız çocukları diri diri toprağa gömülürdü ! RABİA..? Günümüzde “Rabia” kavramına çok büyük anlamlar yüklenilse de aslında içler acısı bir durumun sembolüdür. Şöyle ki; Cahiliye dönemi arap kültüründe kız çocuklarından utanıldığı, dahası insan yerine bile konulmadığı için,kızları bir isim dahi vermeye değer görmezlerdi.Bunun yerine doğum sırasına göre numara ile isimlenirdi; -“ Vahide” bir isim değil “birinci” demekti ve ilk doğan kız çocuğuna verilen isimdi. -“Saniye”, “ikinci” demekti ve ikinci doğan kıza denirdi. -“Selase” ve Bite isimleri ise “üçüncü” çocuk içindi. -“Rabia” ise dördüncü demekti ve dördüncü sırada doğan kız çocuğunun ismiydi ! Görüldüğü gibi öyle mübarek bir anlam taşımamaktadır. Çocukların diri diri toprağa gömülmesinde bir diğer sebep de,tefecilerin fahiş faizlerle verdikleri paraları ödeyemeyen kişilerin kızlarını insafsızca almalarındandı.Buna engel olmak için ana-babalar onlara vermektense bu acı yola baş vurmaktaydılar. HZ. MUHAMMED DÖNEMİ Hz.Muhammed dönemi eski kadınlar adına olumsuz geleneklerin devam ettiği ancak İslamiyet ile birlikte yok olmaya başladığı dönemdir.Bu dönem kadınlar için saadet dönemidir. Hz.Muhammed’in kadına verdiği önem için şu Hadis-i Şerif bile kâfidir; “-Sizin kadınlarınızın üzerinde haklarınız olduğu kadar,kadınlarınızın da sizler üzerinizde hakları vardır.” Pek bilinmez... Pek de dillendirilmez... Hz.Muhammed, Mekke’yi feth ettiğinde,Kabe’ye gelip Beytullah içine girip kendi asası ile tüm putları yıkıp, parçaladıktan sonra Beytullah’ın iç duvarlarındaki resimlerin de silinmesini ister. Ancak..! Biri müstesnâ..! Sağ elini bu resmin üzerine koymuş ve “-Buna asla dokunmayın. -Bu müstesnâ !!! ” demiştir. İşte bu resim “kucağında İsa ile Meryem Ana freskidir ! ”Hz.Muhammed bunu yaparken anaya ve kadına olan saygısı ve onlara verdiği kıymetin yanı sıra, kendisi gibi yetim olan Hz.İsa’yı da adeta korumak içindir. Bu resim Hz.Muhammed hayatta olduğu sürece hep Beytullah’ın iç duvarında kalmıştır...Ancak Emeviler döneminde yok edilmiştir. Hz.Muhammed’den sonra kadınların durumu yine cahiliye dönemine doğru gerilemeye başlamıştır. İSLAMİYET SONRASI TÜRKLERDE KADIN A-BÜYÜK SELÇUKLU DÖNEM’İNDE KADIN Büyük Selçuklular döneminde Arap yarımadasına Abbasîler hakimdi.Abbasî devlet kademesinde çok sayıda ve çok önemli Türk kadınları vardı.Bunlardan biri Meracil Hatun’dur.Halife ile evlenmiş ve ilerde El-Memun adını alacak ve 7. Halife olarak devletin başına geçecek çocuğu dünyaya getirmiştir. Yine aynı şekilde Maride Hatun vardır. O da halife ile evlenmiş El-Mutasım Billâh olarak bilinen ve halifelik makamına geçmiş Abbasî hükümdarının Türk annesidir.Bu örnekler çoktur. Abbasî ordusunun çoğunluğunu oluşturan Kuman-Kıpçak Türkleri, kendilerinden önce baskıcı ve katı bir siyaset güden Emevî Devleti’ni yaptıkları bir darbe ile yıkarak Abbasî Devleti’nin kurulmasında oldukça etkili olmuşlardır. İlerdeki dönemlerde Fatimîler’in baskıları sonucu zora düşen Abbasîler,Büyük Selçuklu Devleti’nden yardım isterler.Selçuklular’dan gelen bu yardım sayesinde Fatimîler’den ancak kurtulurlar.Büyük Selçuklular bu yardımı İslamî bir hassasiyetten ziyade o bölgeyi ve halifeyi kendi kontrolleri altına almak ve İslam dünyasında daha çok söz sahibi olmak için yapmışlardı.Tam da öyle olur...Mısır’a kadar tüm bölge ellerine geçer. Tam da bu dönemde, bu bölgede üvey kardeşi tarafından sıkıştırılan Tuğrul Bey’in yardımına ordunun en önünde at koşturarak gelen eşi Altuncan Hatun’dur. Yine hırslarıyla meşhur Sultan Melikşah’ın eşi Terken Hatun,sarayda çok önemli ve etkili bir konumdaydı.Kızını halifeye verirken,düğünü tamamen Türk töresine göre düzenletmiştir.Halife bu duruma kızsa da kurulan Türk çadırına gelerek oğluna kızı istemiştir.Düğün tam da Türk adetlerine göre yapılmış, eğlenceler düzenlenmiştir.Gelin halifenin sarayına gelin alayı eşliğinde gönderilmiştir. Melikşâh öldüğünde Terken Hatun, daha çocuk denecek yaşta olan oğlu Mahmud’u devletin başına geçirmek için İmam Gazâlî’yi bile sıkıştırmaktan çekinmemiştir. Bu dönemde de kadının yeri ve konumunun kadim Türk toplumlarında olduğu gibi devam ettiği ve korunduğu görülmektedir. B-ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ’NDE KADIN Türkler Anadolu’ya girince gerek Bizanslılar, gerek Farslar ve gerekse de Araplar ile ilişkilerinden dolayı kadının konumunda az da olsa kaymalar başlar.Bizans saray adeti olan haremler bu dönemde tam olmasa da kendini hissettirmeye başlar.Ancak bu durum merkezler için geçerlidir.Taşralarda hayat süren Yörükler ve Türkmen topluluklar kadim geleneksel düzenlerini korumuşlar, kadının yerini kollamışlardır. Bu dönemde ticaretin Anadolu’da oldukça gelişmesine karşılık, ticaretin de neredeyse tamamının gayrı müslimlerin elinde olması yüzünden, yörükleri merkeze çekmek, yerleşik hayata alıştırarak geçirmek, bir sanat sahibi yapmak için Kayseri’de kurulan Ahilik çatısında kadınların teşkilatlanmaları, kadına verilen değerin önemli bir göstergesidir. Ahiliğin kurucusu olan Ahi Evren’in eşi Fatma Bâce de kadınlar arasında el sanatlarını geliştirip, bunları birlikte hazırlayıp satarak bundan gelecek gelirlerle Ahi zaviyelerine büyük fayda sağlamaya çalışmışlardı.Bâcıyan-ı Rûm adı ile teşkilatlanan bu kadınlar,haftanın belirli günlerinde de savaş talimleri yapmaktaydılar. Kayseri’nin Moğallar tarafından işgalinde orduya yardım etmişler, kale içinde onbeş gün hep beraberce direnmelerine rağmen Moğollar tarafından ne yazık ki hepsi kılıçtan geçirilmiştir! Yine Kayseri’de Çifte Kümbet’te yatan Melîke Adiliyye Hatun,Alaeddin Keykubad’ın eşi olup,hem Abbasi Halifesi Melik Adil’in kızı hem de Selâhaddin Eyyübî’nin öz yeğenidir. Alaeddin Keykubad’ın bir diğer eşi ise meşhur Hunat Hatun’dur. Kayseri’de dünyanın ilk Tıp fakültesini ve şifahanesini yaptıran Gevher Nesîbe Hatun da yine Alaeddin Keykubad’ın halasıdır. OSMANLILARDA KADIN Osmanlı Devleti’nin ilk kuruluşunda yani alplik ve gaziliğin ön planda olduğu dönemlerde kadın sosyal hayatın hep içindeydi. Bâcıyan-ı Rûm aynı şekilde teşkilat olarak devam ediyordu.Ayrıca Bektaşî menkıbelerinde geçen Fatma Ana (Kadıncık Ana),Sume Bacı,Sakari Hatun kadının bu dönemde de yerini ve önemini gösterir.Bunlardan Kadıncık Ana bir zaviye şeyhi konumunda idi. Kuruluşta Orhan Bey’in eşi Nilüfer Hatun,ünlü gezgin İbn-i Batuta’yı ağırlamış,ikram ve iltifatlarda bulunmuştu. İleride de Valide Sultanlar ve Hasekiler devlet içinde oldukça etkili olmalarına rağmen saray içinde Harem’in katı kurallarla işliyordu. İran ve Bizans saraylarındaki harem uygulamaları Türk sarayına giryor,daha ileride ise harem saraydan konaklara taşınıyor,haremlik ve selamlıklar kuruluyordu.Kadınlar kapalı kapılar ardında hayat sürmeye başlıyordu.16.yüzyıldan itibaren giyimleri ve davranışlarına baskılar başlıyor,1725 de ise saray tarafından kadınlar edep ve giyimleri açısında uyarılmışlardı.1850’de ilk çarşaf görülür ve 1880’den itibaren hızla yayılır.Bunlarda tarikat ve cemaatlerin etkisi büyüktür.Gitgide denklikten düşüşüşe doğru giden kadınların,sosyal ve siyasal hakları değersizleşiyordu. Bir şiirinde Ziya Gökalp bu durumu “Kadın yükselmezse alçalır vatan ! ” dizeleriyle açıklamıştır. 1789 Fransız İhtilâli,kadınlar ve hakları açısından sorgulamaları başlatmıştır.Ancak kadınlar bunun aslında bir yurttaşlık hareketi olduğunu, kadınlara bir faydası olmadığını farketmişlerdir. Tanzimat dönemi yenileşme hareketi ile birlikte önemli adımlar atılmıştır.İlk adım olarak 1842 de Askerî Tıbbiye’ye bağlı ilk Ebelik Okulu, 1869’da Kız Sanat Okulu, 1870 Kız Öğretmen Okulu yine aynı yıl kızlar için zorunlu Sıbyan Mektebi açılır.1870’de ilk kadın müdîre ataması gerçekleşmiştir.1876’da II. Meşrutiyet ile kız ve erkek çocuklar için ilköğretim zorunlu hale gelmiştir. Daha sonraları kadınlar haklarını savunabilmek için dernekler kurmaya başlanmış, 1913 yılında “Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti” kurulmuştur.”Kadınlar Dünyası”adında bir de dergi çıkarırlar. CUMHURİYET DÖNEMİNDE KADIN 1914-15 yılında I.Dünya Savaşı’nda Türk kadınları bir yandan gerek cephe, gerekse de cephe gerisinde mücadele ederlerken, bir yandan da çocuklara bakmış,tarlalarını ekmiş hayatın devamı için didinmişlerdir. “Dünya’da hiçbir milletin kadını,Anadolu kadınından daha fazla çalıştım,milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını gibi emek verdim diyemez.”(M.K.Atatürk) 1923 Cumhuriyet’in ilanı ile kadınlara oy hakkı verilmesi, Meclis’de kadınların sayısı tartışmalarını beraberinde getirmiştir.16 Haziran 1923 de “Kadınlar Halk Fırkası” kurulur.1924’de Nezihe Mühittin tarafından “Türk Kadınlar Birliği” kurulur. 17 Şubat 1926’da Türk Medenî Kanunu’nun kabulü ile kadın erkek eşitliği ön plana çıkmıştır.Çok eşlilik ve 18 yaşından küçük evlenme yasaklanmıştır. 1936’da İş Kanunu ile kadınların iş hayatındaki konumları düzenleşmiştir.(Ağır işlerde çalıştırılmaması gibi...) 1930 da kadınlara belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı,1934 de ise Meclis için seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. Şimdi... Cumhuriyet Dönemi kadın kazanımlarının zamanlama ve değerini daha iyi anlatmak, konuyu da toprlamak adına... Fransa’da 1879’da Cumhuriyet kurulduğunda kadınlara seçme ve seçilme hakkı daha hazır olunmadığı için verilmemiş, ancak bu hakka 1944 yılında kavuşmuşlardır ! 1965 yılına kadar da kocalarının izni olmadan bir iş yerinde çalışmaları mümkün değildi. Örnek aldığımız İsviçre Hukuku’na tabi olan İsviçreli kadınlar ise ancak 1971 yılında oy verme hakkına kavuşabilmiştir !!! Türk kadınları açısından bu önemli konuyu en güzel toparlayacak olan Cengiz Han’a ait bir söz ile bitirelim; Cengiz Han halkına dönerek şöyle seslenir; “ -Ben sizin Hanınızım !.. (Eşini işaret ederek) “ -O da benim Hanım !!! ” der. Eş ya da saygınlık ifadesi olarak sıkça kullandığımız “hanım” sözcüğünün kökü budur,buradan gelir! Mustafa CİNGİL 2019 Kaynakça; •TARİHİ SÜREÇ İÇERİSİNDE TÜRK TOPLUMUNDA VE DEVLETLERİNDE KADININ YERİ VE ÖNEMİ (Doç.Dr.Ahmet Gündüz) •İSLAM ÖNCESİ TÜRK TOPLUMUNDA KADININ KONUMU ÜZERİNE (Prof.Dr.İbrahim Tellioğlu) •ESKİ BOZKIR DEVLET VE TOPLUM HAYATINDA KADININ KONUMU (Arş.Gör.Okan Açıl) •KABE’NİN İÇİNDEKİ MAESTA (Dücane Cündioğlu) •TÜRK TOPLUMSAL HAYATINDA KADININ VARLIĞININ TARİHSEL EKSENDE SORGULANMASI(Arş.Gör.Merve Suna Özel Özcan/ Arş.Gör.Emine Erden Kaya) •TÜRK KÜLTÜRÜNDE KADIN(Prof.Dr.Ayfer Yılmaz) •İBN FADLAN SEYAHATNAMESİ (Prof.Dr.Ramazan Şeşen) •DEDE KORKUT KİTABI ( Prof.Dr.Muharrem Ergin) • TÜRK MİLLİ KÜLTÜRÜ ( Prof.Dr.İbrahim Kafesoğlu) •FATMA BACI ve BACIYAN-I RUM (Prof.Dr. Mikâil Bayram)
Enter the password to open this PDF file:
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-